Köyünüzde eskiden bir kahraman kişinin yaptıkları cesaretli olayları anlatan hikâyeler var mıydı? Bu destanları özellikle güzel anlatan belirli kişiler olur muydu? Hatırladığınız hikayeleri yazınız.

4 Comments

    yusuf - 06 Temmuz 2014 at 08:42 - Cevapla

    Rüsteme Zal (Zaloğlu Rüstem) Efsanesi
    Rüstem, daha doğmadan evvel Anne karnında iken dikkat çekmeye başlamıştır. Anne karnında daha üç aylık iken iri yarı bir hal almış, doğumu ancak, annesinin karnı yarılmak suretiyle gerçekleşmiştir. Bir günlük bir bebekken bir yaşında gibi görünmüş, beslenebilmesi için kendisine sütanne tutulmuş, on kişinin yiyebildiği kadar yemeği yiyerek kısa zamanda çok güçlü ve iri yarı bir hal almıştır.
    Rüstem, babası Zal’ın çalınmış olan kılıcını bulmak için Şiraz’dan Semerkand’a doğru yola çıkmıştır. Yolculuğu sırasında, zamanının ünlü pehlivanlarından olan Pehlevané Pola(Demir pehlivan)nın kızını görüp âşık olmuştur. Kızı alabilmek için, müstakbel kayınpederi ile güreşmek ve onu yenmek zorunda olan Rüstem, Pelevané Pola ile üç gün boyunca müsabakaya tutuşmuştur. Ancak, hiçbiri diğerine üstün gelememiştir. Bir süre sonra Pehlevané Pola hastalanıp yatağa düşmüştür, Hekimler Pehlevané Pola’nın tek çaresinin aslan kanı içmesi olduğunu söyleyince tavsiyeye uyan Rüstem, kayınpederini kurtarmak için aslan kanını getirmek maksadıyla aslan avına çıkar. Çok iri bir aslanla boğuştuktan sonra, onu öldürüp kanını kayınpederine getirir ve getirdiği bu kan kayınpederine çare olur. Pehlevané Pola iyileşir.
    Ama kısa bir süre sonra eceli ile ölür. Rüstem de bu ünlü pehlivanın kızı Rübab ile evlenir.
    Rüstem’in kazandığı önemli zaferlerden bir tanesi de, Pehlevané pola’nın düşmanlarından olup, kendisini daha önce öldürmeye gelen Rum silahşörlerinden birisiyle yaptığı savaş olmuştur. Rum silahşörle yaptığı savaşı kazanmış ve onu öldürmüştür. Rum silahşörün intikamını almak isteyen Rum Pontus Kralı intikam almak için Rüstem’in üzerine yirmi bin kişiden oluşan güçlü bir ordu göndermiştir. Çoğu zaman yalnız başına, bazen de eşi ve kayınpederinin çiftliğinde çalışan adamlarıyla birlikte bu büyük orduya karşı savaşmış ve bunların önemli bir kısmını öldürdükten sonra, geri kalanlar da kaçmıştır. Böylece büyük bir zafer kazanmış, kendi memleketinde huzur ve güveni sağlayarak eşi ile birlikte mutlu ve uzun bir ömür yaşamıştır…

    -Başka söylentiye göre:
    Rüstemé Zal yenilmez bir savaşçıdır. Şeytanı bile teke tek döğüşte yenmiş ve böylece yenilmez olduğunu ispatlamıştır. Şeytan “seni, yine sen öldüreceksin” demiş ve bunu yapmak için epeyce uğraşmıştır. En sonunda şeytan, sudan tahmina adlı bir güzeller güzeli kadın yapmış ve Rüstem’in tahmina ya âşık olmasını ve onu elde edememesini sağlamıştır. Neyse, kralı ile arası bozulan rüstem, doğu sınırını tek başına korumak için sınıra yollanmış ve şeytan ile ahbaplık kurup arkadaş olmaya başlamıştır. Sınırında Rüstem’in olduğunu öğrenen komşu kral; büyük bir ordu ile onun üstüne gidecekken rüstem in yaptıklarından etkilenen komşu prenses bunu önlemiş ve rüstem i saraya çağırmıştır. Aslında bu prenses Rüstem’in her zaman hayalini kurduğu Tahmina’dır… Evlenirler ve bir çocukları olur. Rüstem savaşmaya tekrar başlar ve yirmi küsür yıl sonra bilmeden kendi oğlu ile çarpışır ve Kaybeder. Rüstem’i yenen de kendi oğludur…
    -Bir başka söylentiye göre:(genellikle bu versiyonu söylenir.)
    Hz. Ali’ye Allah; Aslanım dediği zaman Hz. Ali bir benlik duygusuna kapıldı. ‘’O kadar güçlüyüm ki Rabbim bana Aslanım dedi’’ ve Allah’a dua etti “Rabbim senin yarattığın güçlülerden birini bana göster” dedi. O vakit Cebrail insan kılığında gelerek Hz. Ali’ye mezarlığa git ve “Rüstem” diye seslen dedi. Hz. Ali mezarlığa giderek “Selamın Aleyküm Rüstem “diye seslendi birçok mezardan ‘’Aleyküm Selam’’ diye çok sesler geldi o zaman Cebrail tekrar gelerek, Hz. Ali’ye “Rüstemê Zal” diye seslen ve sakın elini verme dedi. Hz. Ali tekrar mezarlığa döndü ve ‘’Selamın Aleyküm Rüstemê Zal’’ diye seslendi. O an mezardan birisi çıktı… Toprağa bastı ve beline kadar toprağa gömüldü. “Ya Ali” dedi “Tut elimide çıkayım”. Hz. Ali yerden aldığı bir taşı Rüstem’in eline tutuşturdu. Rüstemê Zal taşı bir sıktı suyunu çıkardı. Üfledi tozunu çıkardı. “Ey Ali” dedi “Allah sana ‘’Aslanım’’ dedi. Bana Kedim dahi deseydi sen o zaman görseydin beni…”(K5)
    Mem u Zin Destanı
    Olay Şırnak’ın Cizre ilçesinde Botan yöresinde geçmiştir. Cizre beyinin (Zeynuddin Emir) dünya güzeli iki kız kardeşi vardır. Birinin adı Zin diğerinin ise Siti’dir. Tacdin, beyin divan vezirinin oğludur. Mem ise Tacdin’in can dostu ve manevi kardeşidir. Baharın başlangıcı olan 21 Mart Nevruz bayramında yapılan şenliklerde yöre halkı kızlı erkekli süslenip eğlenirlerdi. Yine böyle bir günde Tacdin ile Mem kız kılığına girip şenliğe katılırlar. Şenlik alanında erkek kılığına girmiş iki ay yüzlü kız görürler. Karşı karşıya geldikleri zaman bakakalırlar. Bu esnada Zin parmağındaki yüzüğü Mem’e, Siti de yüzüğünü Tacdin’e verir. Olayın üstünden günler geçer. Kızlar yeme içmeden kesilir. Durumu gören dadıları(Heyzebun) bunun ancak gönül yarası olacağını dile getirir ve kızları konuşturur. Kızların çaresizliği dile gelir. Olayı anlatırlar aşka düştüklerini ancak gençleri tanımadıklarını söylerler. Bunun üzerine Heyzebun yüzükleri alarak soluğu bir bilgenin yanında alır. Ancak bilgeye kızları diyemez. Onun yerine iki oğlunun olduğunu söyler ve durumu bunun üzerinden aktarır yalnız bilge Heyzebuna iki kızının olduğunu ve dermanlarını kendisinin doktor kılığına girerek çevrede bu dertten hastalanan gençleri sorarak bulabileceğini söyler. Heyzebun yanına üç beş ilaç alarak gençleri aramaya koyulur. Çok geçmeden durumdan haberdar olan Tacdin’in kardeşleri Çeko ve Arif, iki kardeşlerinin hasta olduğunu, yemeden içmeden kesildiklerini ancak hiçbir ilacın tesir etmediğini söylemesiyle birlikte Heyzebun sözü edilen gençlerin yanına varır, durumu anlatır ve yüzükleri gösterir. Tacdin Siti’ye vermesi için yüzüğü çıkarır ve Heyzebun’a verir. Fakat Mem sevdiğinin anısı olduğunu söyler ve yüzüğü vermez. Dadı soluğu kızların yanında alır ve müjdeli haberi verir. Gençler buluşup görüşürler. Ardından büyüklerin de araya girmesiyle Bey, Siti’yi Tacdin’e verir. Yedi gün yedi gece çok hoş bir düğün yapılır. Bu esnada sıranın kendilerine gelmesini bekleyen Mem ile Zin gizli gizli buluşur konuşurlar. Fakat bu durumu çekemeyen ve yakın tarihte sıranın Mem ile Zin’ye geleceğini sezen Bekir fitneci, fesat biridir. Aslen Botanlı olmayıp İran’ın bir köyünden olan Beko’yu Tacdin hiç sevmez. Bey’e bekonun kapısına layık olmadığını ve kovması gerektiğini söylese de başarılı olamamıştır. Bey Tacdin’e;”Benim bir elim adalet, bir elim de zulümdür””İşte Beko benim zulüm kolumdur ve her kapıya da bir köpek lazımdır”, diyerek Beko’yu kovmaz.
    Beko bir gün Bey’e giderek Tacdin’in Zin’i kendi tarafından Mem’e verdiğini söyler. Buna kızan bey aslında Zin’i Mem’e vermeyi düşündüğü halde vermekten vazgeçer. Bu olaydan sonra Mem aracılarda eli boş döner. Aşk ateşi gençleri gün geçtikçe kavurur. Bey’in ava çıktığı bir zamanda Mem, Zin’i görmeye gider. Fakat bu sırada bey ve adamları ansızın çıkagelir. Bahçe kapısının açık olmasından kuşkulanan bey bir abaya sarılı şekilde Mem’i bahçesinde görür ve bahçesinde ne aradığını sorar. Bunun üzerine Mem; ”Beyim bilirsiniz ki ben hastayım, dolaşmaktaydım ve kendimi bir anda burada buldum der”. Abanın altından Zin’in kara saçlarını gören Tacdin evini boşaltarak ateşe verir. Böylece Bey ve diğerlerinin dikkatini çekerek Zin’in saklandığı yerden çıkışını sağlar. Arkadaşı için evini yakar ki buda inanılmaz bir dostluk örneğidir. Bey ile Mem arasında bir satranç yarışması düzenlenir. Bey kazandığı takdirde Mem’in herhangi bir dileğini yerine getireceği konusunda söz verir. İyi bir satranç oyuncusu olan Mem Bey’i ilk üç elde yener. Durum karşısında etekleri tutuşan Beko Bey’e yer değiştirmesini söyler ve Mem’i Zin’in odasının penceresine bakan tarafa doğru oturtur. Durum böyle olunca Mem oyuna adapte olamaz ve sonraki altı elde yenilir.
    Bey Mem’e sevgilisinin kim olduğunu sorar ve onu getirteceğini söyler. Durumu fırsat bilen Beko lafını direk yapıştırır ve sevgilisinin dudağı benekli kara bir arap kızı olduğunu söyler. Bunun üzerine Mem şuurunu kaybederek sevgilisinin çok güzel, soylu bir aile kızı olduğunu söyler ve ağzından bilindiği halde saklamaya çalıştığı Zin’in ismini kaçırır. Duruma sinirlenen bey Mem’e karşı ölüm emrini verir fakat Orada bulunan Tacdin ve kardeşleri buna engel olur. Bunun üzerine Mem zindana gönderilir. Beko Bey’e Mem’den kurtuluşun ancak onun ölümüyle gerçekleşeceğini ve bunu da onu zehirleyerek yapmasını söyler. Ancak bey bunu dini tarafından dolayı onaylamaz. Bunun üzerine Beko, Zin’i zindana göndermesini zaten Mem’in onu görünce aşkından öleceğini ve kalbinin dayanamayacağını söyler. Bey bu fikri gerçekleştirmek için daha evvel hiç gitmediği Zin’in odasına gider. Daha önce Zin’le hiç konuşmadığı bu konuyu anlatınca Zin’in ağzından ve burnundan kanlar akmaya başlar. Bey bacısı üzerine ağlamaya başlar ve ne tür bir hataya düştüğünü anlar. Bacısına evlilik iznini verir. Ancak Kız zindana varınca kapı önündeki bekçilerden onun daha düne kadar aralarında olduğunu fakat Mem’in sonradan kendini kaybettiğini öğrenir. Zin Mem’i dürterek kalkmasını söyler. Mem”sen beni görmek için değil tatlı canımı almak için gelmişsin”der. Zin ona Bey’in izin verdiğini söyler. Fakat Mem ”ölümü olan bey bey değildir. Biz beylerbeyinin huzuruna çıktık” der ve ölür. Ölüm haberini alan Tacdin Beko’yu öldürür. Mem’in ölümüne dayanamayan Zin’de ölür. Zin’in isteği ile Beko’yuda onların başucuna gömerler…(K8,K5)

    ziyere79 - 06 Ağustos 2014 at 20:21 - Cevapla

    Deneme

    Fotoğraf/Dosya:  

    Oya Algan - 12 Eylül 2014 at 14:24 - Cevapla

    ARTVİN /ŞAVŞAT KÜPLÜCE köyünden hikaye
    HİKAYE
    Köyün birinde işlediği suçtan dolayı bir kadına idam cezası verilir. Darağacına götürülen kadının karşısına kocasını, oğlunu ve kardeşini çıkarırlar. Cellat “senin canını bağışlayacak olursak sen bunun karşılığında hangisini feda edersin? ” diye sorar. Sürekli ağlayan kadın uzun bir süre düşündükten sonra,
    El elden,
    Evlat belden,
    Kardeş nerden
    diye cevap verir.

    meryem - 21 Eylül 2014 at 22:16 - Cevapla

    Köyümüzde hikayeleri genelde evin en yaşlı üyesi anlatırdı. Bazen de bir evde toplanıldığında önceden hikayeleri çok dinlenmiş kişiler hikaye anlatırdı. Bu hikayelerden bazılarına örnek:
    ÜÇ SALKIM BEY HİKAYESİ
    Bir varmış, bir yokmuş. Uzak köylerin birinde fakir bir köylü yaşarmış. Köyün ağalarına ve zenginlerin bağlarında işçi olarak çalışırmış ancak hiçbir malı mülkü yokmuş. Ancak üç salkım üzümü varmış. Sadece üç salkım üzümü olduğu için köylü ona üç salkım bey adını vermiş. Evlenme çağına da geldiği zaman çok fakir olduğu için kimse onu istemezmiş. Köyün bir ağası haline acımış ve onu evlendirmek istemiş. Köyün ağası yedi köyün güzeli olan bir kızı bulup bu gençle evlendirmeye karar vermiş. Kız çok güzel olduğu için de kızı isteyenler üç salkım beyden çok daha zengin insanlarmış. Bunu bilen köy ağası da üç salkım beyin çok zengin olduğunu ve yedi köyde de bütün bağ bahçelerin ve bütün hayvanların sahibi olduğunu kızın ailesine söylemiş. Ancak köyün ağası geçilen yedi köyde bağda çalışanlara ve koyunları otlatan çobanlara ”Size bu bahçe veya bu hayvanlar kimin? diye sorulduğunda sizde ”Üç salkım beyin” cevabını vereceksiniz ” demiş. Köy ağası üç salkım bey için kendi köyünde düğün derneği kurmuş ve kızı almak için kızın köyüne gitmiş. Köy ağası kızın ailesi birlikte yola koyulmuş. Kızın ailesi her gördükleri çobana ya da bağda çalışan kişilere ” Bu bahçe kimin? ya da bu hayvanlar kimin?” diye sorduklarında onlardan ”Üç salkım beyindir” cevabını almışlardır. Kız köye gelince herkes kızın güzelliğine ve fakir üç salkım beyle evleniyor olmasına çok şaşırmışlardır. Köyde kırk gün kırk gece düğün olduktan sonra kız üç salkım beyin çok fakir olduğunu anlamıştır ancak iş işten geçmiştir. Onların bu haline üzülen köyün ağası ise üç salkım beyi yaverlerinden biri yapmış ve üç salkım bey artık zengin olmuştur. Köyün ağası bu kadar iyilik yaptığı üç salkım beyin kendisine sadık olup olmadığını anlamak için bir gün denemek istemiştir. Köy ağası çok hasta olmuş yataklara düşmüş gibi yapıp üç salkım beyi kendisinin hasta olduğuna inandırır. Ancak iyileşmesi için altın kafeste bakılması ve bulunması çok zor yiyeceklerle beslenmesi gerekir. Üç salkım bey zenginliğin verdiği hırsla ağanın halinden anlamaz ve köy ağası ölmüş gibi yapınca üç salkım bey ondan hemen kurtulmak istemiş onu kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde bırakmıştır. İki gün sonra köy ağasının yaşadığını gören üç salkım bey kendine gelir ve yaptığı bu kötülükten çok pişman olur. Köy ağasından özür diler ve kendisini affetmesi için ona yalvarır. Köy ağası onun bu kadar yalvarmasına dayanamayarak onu affeder. Ancak bu sefer köyün ağası gerçekten ölür ve üç salkım bey bunun da numara olduğunu düşünür ve ağanın gerçekten öldüğünü anlayınca cenazesini gömer. Ağaya yaptıklarından dolayı çok pişman olan ve hayat dersi alan üç salkım bey ağanın servetini fakir fukaraya paylaştırır.
    PADİŞAH VE VEZİRLER
    Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın günü çokmuş. Bir ülkenin bir padişahı varmış. Bu padişahın da beş tane veziri varmış. Padişah bir gün vezirlerini de alıp bir gezintiye çıkmış. Atlarıyla bir yoldan hızlıca geçerlerken yolda değerli bir tespih görmüşler. Padişah hemen atından inip yanına vezirlerini çağırmış. Padişah tespihi eline almadan önce vezirlerine ” Kimin başından kötü bir hal geçtiyse tespihi eline alıp anlatsın.” demiş. Vezirler ise ” Buyurun padişahım tespih size layıktır siz anlatın.” demişler. Padişah tespihi eline alıp başlamış anlatmaya.
    ” Eskiden bana çok sadık bir seyisim vardı. Bir gün yanıma gelip sadece bir gün bir gece seyis olmamı istedi. O da benim yerime bir gün padişahlık yapmayı istedi. Bende kabul ettim. Gece atların yanında beklerken kendi eşim ve eşimin annesi yanıma gelip ”Seyis kalk! çabuk atları hazırla!” dediler. Benim seyis olmadığımı anlamadılar. Bende atları hazırlayıp onları yeri yolu bilinmez bir yere götürdüm. Gittiğimiz yerde bana dışarıda beklememi söylediler. Bende bekledim. Gece yarısı olunca ne yaptıklarını merak edip içeri girdim. İçeri girdiğimde ise eşim ve annesi birçok kişiyle birlikte uyuduğunu ve aslında ikisinin de büyücü (cazu) olduğunu anladım. Yanlarında uyuyan bir arabı fark ettim ve onun başını kestim. Kestiğim başı bir çuvala koyup atımın semerine astım ve orayı hemen terk ettim. Sabah eşim yanıma geldiğinde ona atımın semerinde karpuz olduğunu ve onu gidip almasını söyledim. Eşim çuvalı içeri getirip arabın başı olduğunu görünce beni bir sihirli çubukla köpeğe çevirdi ve oradan kaçtı. Ne yapacağımı bilemediğim içinde sokağa çıkıp havlamaya başladım. Eşimin büyücü bir arkadaşı benim padişah olduğumu anladı ama başını kestireceğim korkusuyla bana yardım etmek istemedi. Ama bana acıyarak beni eski halime çevirdi. Bende bu yardımı karşısında onun canını bağışladım. Ona eşimi nasıl bulacağımı ve ondan nasıl öç alacağımı sordum. O da bana sokak arasında güzel koku satan dilenci kılığına girmem gerektiğini söyledi. Sonra bana bir tane çubuk verdi ve ”Onlardan önce onları neye çevireceksen hemen söyleyip ve bu çubuğu onlara doğru at.” demiş. Bende dediği gibi yaptım. Koku satarken eşim ve annesi beni çağırdılar. Bende yanlarına gidip hemen elimdeki çubukla eşime” At ol” annesine de ”Eşek ol” dedim ve çubuğu onlara attım. Eşim at annesi de eşek oldu. Eşeği başkalarına sattım. Ama eşime bana yaptığı kötülükten dolayı onu satmadım. Şu anda üzerinde dolaştığım at işte o kadındır ve beni hala duyuyor” der.



Cevap Gönderme Formu