hayriye korkmaz - 13 Eylül 2014 at 19:29
- Cevapla
FERHAT İLE ŞİRİN
Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Ferhat, Amasya Sultanı’na kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister. “ Şehir’e suyu getir, Şirin’i vereyim” der. Su ise Şahin kayası denen uzak mı uzak bir yerdedir. Ferhat’ın aşkı o suyu getirmeye yeter. Kazmasını küreğini alıp yola koyulur. Kayalar yarılır ve su yolunu bulur. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi duyulmaya başlar. Sultan, bakar ki kız kardeşi evlenecek, sinsice planlar yapar ve bir cadı
buldurur. Cadı su kanallarını takip edip, kazma kürek seslerini duyarak Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin’in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü havaya fırlatır fakat külüngü başına düşer. Başı dönen Ferhat, kayalıklardan aşağıya yuvarlanır. Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Bu acıya dayanamaz ve kendini kayalıklardan aşağı atar. Cansız vücudu uzanır Ferhat’ın yanına. Şehre su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama bu iki seven genç artık ölmüştür. İkisini de yan yana gömerler. Her mevsim sevenlerin anısına, iki mezarda da birer gül biter ama ortalarından çıkan karaçalı onların birleşmelerine engel olur.
GELİN KAYASI
Köyde bir düğün yapılır. Bu sırada gelini eşkıyalar kaçırır. Köyün yukarılarındaki yaylalara doğru götürürler. Gelin bir şekilde eşkıyaların ellerinden kaçar ve kayalık bir yere gider. Eşkıyalarda gelinin peşinden gider. Gelin Allah’a dua eder “Allah’ım eşkıyaya yar olmaktansa beni ya kuşa ya da taşa çevir” der. Bu duadan sonra gelin orada taş olur. Bu kayadan çıkan su için “gelin ağlıyor” derler.
BAKIR BAŞ DEDE
Köyün eteğine kurulduğu tepenin üstünde Bakir baş Dede adıyla bilinen bir yatır vardır. Mezarın başucunda bakırdan yapılı kalaylı bir miğfer vardır. Onun Selçuklular zamanında burada şehit düşmüş bir Selçuklu askeri olduğuna inanılır. Savaş zamanlarında miğferin kaybolduğu, savaştan sonra kurşunlarla delik deşik olmuş vaziyette geri döndüğü anlatılır. Eskiden köye gelen kalaycılar bu miğferi de kalaylayıp öyle giderlermiş. Kalaylandıktan sonra miğferdeki kurşun izleri tekrar çıkarmış. Bir rivayete göre de Merzifon’dan kalkıp gelen ordu bakır baş dedenin bulunduğu tepede istirahat vermiş. Dede de bir tıngırla askerlerin susuzluğunu gidermek için ayran getirmiş. Askerler “Dede senin tıngırında ki ayran bize yeter mi? “ demişler. Bakır baş dedenin eskiden Erzurum’da olduğu ve daha sonra Sivas’a yerleştiği söylenir. asıl
adı Balım Sultan’dır. Merzifon’a ise Gani Baba ile birlikte geldiği ve daha sonra burada dağılıp şimdi ki türbelerinin olduğu bölgelere yerleştikleri rivayet edilir.
Bakır başın tacını Kıbrıs Savaşı’ndan sonra kalaylatmışlar. Fakat birkaç gün sonra taç yine rengi eskiye dönmüş ve delikleri açılmış.
GANİ BABA
12. yüzyılda Türklerin Anadolu’ya göçleri ve İslamiyet’in yayılması esnasında Horasan’dan Amasya’nın Saygılı Köyü’ne yerleşen Gani Baba yörede İslamiyet’in yayılmasına önderlik etmesinden dolayı halk arasında sevgi ve saygınlık kazanmıştır. Şeyh Abdülgani Halveti adı ile anılmış olup vefat edince buraya defnedilmiştir. Günümüzde ise Gani baba adı ile tanınmaktadır. Yörede Gani Baba’nın her türlü hastalığı iyileştirdiği inancı kuvvetli olup, özellikle şifa bulma dileğiyle ziyaret edildiği görülür. Yürümekte zorlanan yaşlıları yürüttüğü
akli dengesi bozuk olanları iyileştirdiği söylenir. Ters akan ırmağın yanında bulunan türbesi eskiden değiştirilmeye kalkışılmış fakat evliyanın buna izin vermediği ırmağın taşıp sel olayının yaşanmasına neden olduğu ve bu yüzden türbenin yerinin aynı kalmasına karar verildiği söylenir. Ayrıca türbeye daha yakın olan bu ırmak günümüzde biraz daha uzaklaşmıştır. Evliyanın resminin çekilmesine izin vermediğine dair rivayette vardır. Ziyarete gelenlerden biri resmini çekmek istemiş fakat makinesi resmi çekememiştir. Bir rivayete göre de Amasya’ da askerlik yapmış olan Ali Yüzbaşı adında bir adam varmış.
Bir gün Amasya’ya gelip Suluova’ya giden bir otobüs aramış. Bir süre sonra otobüs gelmiş. Otobüste yanında oturan yaşlı adama, “Suluova’da Gani Baba’yı nasıl bulabilirim?”, demiş. Yaşlı adam da “Suluova’da Saygılı Köyü var Gani Baba’yı orada bulabilirsin ” demiş ve “ne yapacaksın Gani Baba’yı” diye sormuş. Ali Yüzbaşı “Ben Ankara’da yaşıyorum Gani Baba ile bir ay önce Ankara’da tanıştık. Misafirim olmuştu ve beni de Amasya’ya davet etmişti” demiş.” Yaşlı adam “Davete icabet etmek gerekir.” Diye karşılık vermiş. Ali Yüzbaşı, ayrılmadan önce yanındaki yaşlı adama adını sormuş. Yaşlı adam “Garip Hafız (evliyadır)” demiş. Ali Yüzbaşı, Saygılı Köyü’ne geldiğinde, onu buraya davet eden adamın yüzyıllar önce vefat etmiş olduğunu görünce dualar edip geri dönmüş.
SERT ÇOBAN
Ser çoban ömür boyu koyun gütmüş hiçbir zaman ağzından günah söz çıkmamış biriymiş. Bir gün dağda koyun sürüsünü otlatırken kaçan bir davarını yakalamak istemiş. Ser çoban kovalamış, davar kaçmış ve tepenin etrafında yedi kere dolanmışlar. İyice yorulan Ser çoban, “Seni yakaladığımda keseceğim” demiş. Tepenin üstüne geldiklerinde davarı yakalayıp kucaklamış, gözünü öpmüş. Sonra yakaladığı davarı, sözünü yerine getirmek için tam kesmek üzereyken, onun mahzun bir şekilde bakmasıyla duygulanıp “be gözünü sevdiğim mübarek sen niye kendini de beni de yordun” diyerek yakaladığı davarı serbest bırakmış. Ser çoban koyunlarını otlatırken, hiç kimsenin bağına, bahçesine girmemesi için çok dikkatli davranırmış. Koyunlarından biri kendi otlağının dışında ot yese o gün hiçbir koyunun sütünü
içmezmiş ve köylüye dağıtırmış. Bu yüzden köylüler ona baş çoban anlamında “Ser çoban” derlermiş. Bir başka rivayete göre de Ser çoban savaşa giden askerlere yiyecek içecek vermiş. Askerlerin komutanı da Ser çoban’a “Burada benim binlerce askerim var senin kendin için getirdiğin azık bunca askere yeter mi?” demiş. Ser çoban’ın ısrarına dayanamayıp sonunda, “madem bu kadar çok istiyorsun, tamam Sert çoban” demiş. Onun azıcık olan yiyeceği, bütün
askerlerin karnını doyurmuş, yine de bitmemiş. Komutanın “sert çoban” sözü de, o günden sonra “Sert çoban” lakabını almasına sebep olmuş.
Sert çoban öldüğünde, sürüsündeki bütün koyunların her biri ağaca dönüşmüş ve mezarının yanındaki çam ağacı ormanı için onun sürüsü derlermiş. Bu gün mezarının olduğu yer piknik yeri gibi düzenlenmiştir. Buraya gelen insanlar tepedeki ağaçların kutsallığına (Hiçbir evliya odununu vermez derler.) inandıkları için kesip evlerine götürmezlermiş. Eğer kesilen ağaç olursa orada yakacak olarak kullanılır ve geri kalanına ellenmezmiş.
PİRİ BABA
Piri Baba eskiden ayakkabıcıymış. Paşa Hamamının yanında kurulan pazar yerinde dükkânı varmış ve ayakkabı dikermiş. Piri Baba öğlene kadar erkeklerle öğleden sonrada kadınlarlayıkanırmış. Kendi halinde bir zatmış. Halk bu duruma kızmış ve sultana şikâyet etmişler. Fakat kimse Piri Baba’ya bir şey yapamazmış. Bir gün hamamda otururken insanlar buz gibi soğuk su damlalarının sırtlarına düşmesinden rahatsız olmuşlar ve hamamın terlemesinden yakınmışlar. Piri Baba da parmağıyla tavanı gösterip “hamam terleme” demiş. O günden sonra eski hamam hiç terlememiş.
Piri babanın yanına Çorum’da yaşayan kardeşi Koyun baba gelmiş. Gelirken Piri babaya süt getirmiş. Sütü bir mendile koyup mendilin dört ibiğini (uçlarını) bağlamış. Piri babanın yanına geldiğinde mendili bir yere asmış. Ayakkabıcı olan piri babaya bir kadın ayakkabısını tamir ettirmek için gelmiş. O sırada Koyun baba kadının topuğunu görmüş. Bunun üstüne mendildeki süt akmaya başlamış. Piri baba da koyun babaya “dağlarda nefsine hâkim olabilirsin ama önemli olan halk arasında nefsine hâkim olmaktır” demiş. Ta Çorum’dan sağ salim getirdiği süt namahrem gördüğünde damlamaya başlamış. Koyun baba daha sonra mendilini alıp tekrar dağlarda koyun gütmeye gitmiş.
GELİN KAYA EFSANESİ- ORDU – ÇAMAŞ
Vakti zamanlarda bir kaynana ile bir gelin varmış. Bunların yıldızları hiç barışmazmış. Kaynanalık ile gelinlik taslar dururlarmış birbirlerine. Kaynana ne derse gelini tersine yaparmış. Bir değil iki değil kaynana artık dayanamaz olmuş ve gelinine ”Allah seni taş etsin.” diye beddua etmiş. Bu bedduadan sonra gelin taş olmuş.
PERİ KIZI VE OCAK EFSANESİ- GİRESUN YÖRESİ- DERELİ- KIZILTAŞ KÖYÜ
Olay efsaneye göre Giresun’un Dereli ilçesine bağlı Kızıltaş köyünde geçmektedir. Anlatılanlarla ve kaynak kişiye göre köyün bir delikanlısının dere kenarında olağanüstü güzellikte bir kız görmesiyle başlar. Genç, gördüğü bu güzel kızı alır köye götürür ve kızla evlenir. Lakin kız normal bir insan değil de bir peri kızıdır. Evlendikten sonra kız bir gün fırsat bulup evden kaçar. Fakat o gün yoğurduğu ekmek hamuru pişirildikçe artar, taşar ve köylü bunun önüne geçemez. Ne yapsak ne etsek diye düşünürlerken peri kızını dere kenarına gidip tekrar çağırıp ona ne yapmaları gerektiğini sormayı düşünmüşler. Neyse köylü dere kenarına gencin peri kızı bulduğu yere gidip çağırmışlar. Peri kızı onlara ses vermiş ve hamurun üzerinden kara bir tavuğu geçirmelerini ve ondan sonra hamurun artmasının biteceğini söylemiş. Köylü hemen köye dönüp peri kızının dediğini yapmış. Tavuk hamurun üzerinden geçtiği anda artık hamur taşıp dökülmeyi bırakmış. O günden sonra insanlar peri kızının yaşadığı evi kutsal mekan olarak görmüşler ve ocak haline getirmişler. Ocak o günden sonra artık hastaların, çocuğu olmayanların, türlü dünya derdi olanların uğrak yeri olmuş ve şifa umularak gelinmiştir. Şu an bile ocak hala ziyaret edilmekte ve duaların kabul olduğuna inanmaktadır.
GÖNDEREN: NAMIK SARI
Turp Dede
Turp Dede’den odun kesilmiyor. Oradan odun keseni dede kovalıyor.
Eskiden benim dedem varmıştı. Bu köy camisi olurken eskiden oturak camisi
taştandı çatısı falan şimdi beton atıldı. Buraya gitmişler. Hayır için gittin mi dede bir
şey yapmıyor. Ama böyle sen kendine diye kestin mi hemen ne yapacaksa yapıyor.
Dedem demiş ki benim, şu demiş dal ne güzel araba kuyruğu olacak, demiş. Düzgün
görmüş ağacı. Bunu keseyim de araba kuyruğu yapayım, demiş. Şimdi böyle bir
yakadan bir yaka var. Dedemi bu yakadan almış da Çıplak Burna geçirivermiş
dedemi dede. Bu yakadan almış bu yakaya geçirivermiş İsmail Dede’yi. Niyetini bozmuş.
İşte o ağacı kendime keseyim demiş. Ama hayır için kestin mi bir şey
yapmıyor. Ama böyle niyetini bozdun da kendine diye kestin mi dede kovalıyor
derlerdi. Bir kadın vardı öldü bizim köyde. O da benim dedemin kız kardeşinin kızı
oluyor. Kezban teyze onu buraya köye kadar kovalamış dede beygirden. Arkasında
çırpı varmış.
Bu dedenin dul kadınlara da zarar vermediği söylenir hep. Onlar dul ya
ihtiyacı oluyor. Dede onların odun almasına zarar vermiyor. (Bahriye KandemirNaipli)
BALIKESİR MANAV KÖYLERİ KÜLTÜRÜ, Kübra İRKİL EROL, YL TEZİ
Yusufçuk Kusu
Yusuf Aleyhisselâm, kardesleri tarafından kör bir kuyuya atıldığında bir
kus bunu görmüs. Hâline acıyarak “Yusufçuk, Yusufçuk!” diye öter, Yakup
Aleyhisselâm’a kusdiliyle haber vermek istermis. Kusun adı “Yusufçuk” kalmıs.
Bu kusun hâlâ böyle öttüğüne inanılmaktadır.
Guguk Kusu
Eskiden Ayse, Fatma adında iki kardes varmıs. Çok küçük yasta
annelerini kaybeden bu çocukların babası karısı öldükten sonra zalim bir
kadınla evlenmis. Çocukların üvey anneleri çocuklara yapmadığını bırakmıyor,
küçük çocukları evin en ağır islerinde dahi hizmetçi gibi kullanıyormus. Kendisi
kapı kapı gezerken çocukları eve kilitleyip bütün isleri çocuklara yaptırıyormus.
Bir gün yine gezmeye gitmek üzere evden çıkarken, çocukları yanına
çağırmıs. Onlardan kendisi gelene kadar iki tepsi börek yapmalarını istemis.
Çocuklar “Biz bilmeyiz” deseler de dinlememis. Çocuklara bağırmıs, azarlamıs
ve yine çocukları eve kilitleyip gitmis. Çocuklar da dayak yeriz korkusuyla
börek yapmaya baslamıslar. Đki kardes yağ küpünde yağ doldurup böreğe
katmak istemisler. Ancak küp çok ağır olduğu için tasıyamamıslar ve yağ küpü
ellerinden kayıp bal küpünün üstüne düsmüs. Yağ küpü de bal küpü de
kırılmıs. Her yere yağ ve bal dökülmüs. Çocuklar korkudan ağlamaya
baslamıslar. “Allah’ım üvey annemiz görürse bizi öldürür. Kus olsak da su
camdan uçup kurtulsak.” demisler. Allah da çocukların dualarını kabul etmis.
Çocuklar guguk kusu olup uçmuslar. O gün bugündür birbirlerini çağırırlarmıs.
“Guguk guk, Aysecik, Fatmacık pek küçük….”
“Yağ döktük, bal döktük, hep korktuk ….”
(AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Arap Dede
Arap dede türbesi Çay deresine bakan bir dağ yamacındadır. Bu
yamaçta bes kızı olan bir adamın tarlaları varmıs. Kızlar gün boyu tarlalarda
çalısırlarmıs. Yunan isgali sırasında Yunanlar yöre halkına pek çok eziyette
bulunmus, kadınların namuslarına ilismisler. Çay’a çok yakın olan Gedil
köyünü yakıp bu türbenin olduğu dağ yamacına gelmisler. Tarlada is gören bu
bes kız kardesi görmüsler. Kızlara kötülük etmek niyetiyle kızların pesinden
kosmuslar. Kızlar korkuyla kaçısırken karsılarına bembeyaz kıyafetli yaslı bir
adam çıkmıs. “Ben Arap dedeyim. Hiç korkmayın hiç kimse size bir zarar
veremez. Sizin namusunuz bana emanet.” demis ve sonra namaz kılmaya
baslamıs. Kızlar saskınlıkla bakınırken Yunanlılar yanlarına kadar gelmis fakat
kızları görmemis. Kızların etraflarında onları görmede dolasmıslar. Yunanlılar
gidince yaslı adam ortada kaybolmus. O yüzdendir ki yöredeki dualarda genç
kızların namusları önce Allah’a sonra da Arap dedeye emanet edilir.
Baltalı Dede
Bu türbe, Çay ilçesinin Akkonak kasabasındadır. Burada yatan zat,
efsaneye göre harp zamanında bir baltasıyla tek basına kırk gâvuru öldürmüs.
Onun için adı “Baltalı Dede” kalmıs. Türbesinin çevresi ağaçlıktır. Ama kimse
oradaki ağaçlara dokunamaz. Baltalı Dede’nin oradaki ağaçları kesenlerin
rüyalarına girip korkuttuğu bir türlü rahat vermediği söylenir. O yüzden kimse o
ağaçlara dokunmaz. Dokunanların Baltalı Dede’nin gazabına uğrayacağına
inanılır.
(AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Üç Kardes Efsanesi
Bu efsane yörenin anlatıla gelen en büyük efsanesidir. Yörede üç
arkadasın adını duymayan, hikâyelerini bilip anımsamayan yok denecek kadar
azdır. Yöre halkı için üç kardesin hikâyesi öyle kutsal ki, hikâye kahramanları
âdete birer evliya gibi hatırlanırlar. Yörenin en bereketli, en güzel, en
vazgeçilmez yerleri onların adları ile anılır; Sultan Dağları, Gelincik Ana
Tepesi, Melek Ana Ovası (Kanlıyer) ve Eber Gölü. Kuraklıkta edilen dualarda
oların adı anılır ve Allah’tan onların yüzü suyu hürmetine bereket ve yağmur
vermesi dilenir. Yeni gelinlere “Allah gelincik dedirtmesin, Allah gelincik bahtı
vermesin.” diye dua edilir.
Çok eski zamanda simdiki Çay ilçesinin de içinde bulunduğu bölgede
çok büyük bir kıtlık ve kuraklık yasanmıs. Bu kuraklık öyle büyükmüs ki
insanlar içecek su bile bulamaz olmuslar. Susuz kalan toprakta bir sey
yetismez olmus. Bu kuraklığın ardından da çok uzun ve sert bir kıs yasanmıs.
Birçok insan açlıktan, sefaletten ve hastalıktan ölmüs. Đste bu zamanı gören
ailelerden biri de Sultan Ana’nın ailesiymis. O zamanlar Sultan Ana daha on iki
yaslarında bir çocukmus. Kardesi melek ondan bes altı yas kadar küçük, en
küçük kardesi Gelincik ise daha bebekmis. Sultan Ana’nın babası kuraklığın
ardından gelen o büyük sert kısta çocuklarını aç, susuz ve soğukta
bırakmamak için dağlara odun ve yiyecek aramaya gitmis fakat soğuğa
dayanamamıs ve simdi onun adıyla anılan Emir Dağları’nda donarak ölmüs.
Sultan Ana’nın annesi kocasını kaybettikten sonra üç çocuğuyla ortada kalmıs.
Çocuklarına bakabilmek için oda büyük çaba harcamıs. Fakat bir süre sonra
bir hastalığa yakalanıp ölmüs. Ölmeden önce iki küçük kızını ablaları olan
Sultan Ana’ya emanet etmis.
Sultan Ana, çocuk yasında iki kardesi ile ortada kalmıs. O zaman kendi
kendisine “Bende kardeslerime anamın, babamın bize baktığı gibi bakacağım
onları ölsem de aç, susuz ve soğukta bırakmayacağım.” diye söz vermis. O
çocuk yasında zor sartlarda kardeslerini elinden geldiğince korumus hiçbir
seylerini eksik etmemis. Yıllar böyle geçmis, Sultan Ana, kardeslerini büyük
güçlükle yetistirmis. Sultan Ana da kardesleri de gelinlik çağlarına gelmisler.
Namuslarıyla, güzellikleriyle dini bütün kisilikleriyle her yere nam salar
olmuslar. Sultan Ana’ya türlü yerlerden büyük kısmetler gelmis. Ancak Sultan
Ana “Kardeslerim bana emanet ben onları evlendirmeden evlenmem.” deyip
hiç kimseyi kabul etmemis.
Đnsanın adıyla birlikte bahtı da yazılır derler. Sultan Ana’nın bu tavrının
mükâfatı olarak Allah, Sultan Ana’ya sultanlar gibi yasayabileceği mal-mülk
nasip etmis. Bir koyununu bin bes yüz bir devesini dört yüz deve etmis. Sultan
Ana, bu malın mülkün içinde de bencillik etmemis, sadece kendini
düsünmemis. Allah’ın ona verdiği bu malı mülkü yine O’nun yoluna harcarmıs.
Simdi onun adıyla anılan Sultan Dağları’nda yasayan Sultan Ana, dört yüz
devesi ile insanları hacca yollarmıs. Koyunların etini, sütünü de simdi Kanlıyer
diye adlandırılan yerde askerleri besleyen kardesi Melek’e yollarmıs.
Melek Ana’nın tabiatı da adı gibiymis. O’da ablası Sultan gibi dini bütün
bir kadınmıs. Adı gibi kendisi de âdeta bir melekmis, melek yüzlü, nur yüzlü bir
kadınmıs. Melek Ana, Kanlıyer diye adlandırılan çesitli savasların yasandığı
yerde yasar ve burada savasan askerlere bakarmıs. Onların yaralarını sarar,
Sultan Ana’nın gönderdikleri ile onları doyururmus.
Bir gün Melek Ana’nın ummadığı bir zamanda erzağı bitmis ve Sultan
Ana’ya haber salmıs. Rivayete göre develeri ile hacca gidecekleri gönderen
Sultan Ana, ne yapacağını sasırmıs. “Ben kardeslerime aç, susuz
bırakmayacağım diye anama babama söz verdim develer yokken onca erzağı
nasıl yetistirir, gönderirim Allah’ım sen bana yardım et.” diye dua etmeye
baslamıs. O esnada yanında bir delik açılmıs. Sultan Ana, bu deliğe üflemis ve
bu deliğin diğer ucu da 1780 m asağıda yasayan Melek Ana’nın yanında
açılmıs. Rivayete göre Sultan Ana, Allah’ın lütfü ile açılan bu yoldan, Melek
Ana’ya 40 varil süt yollamıs. Böylece kardesini ve askerleri açlıktan,
susuzluktan kurtarmıs.
Sultan Ana’nın, en küçük kardesi olan Gelincik Eber Beyi’ne, Eber Beyi
de Gelincik’e sevdalıymıs. O zamanın asil, namuslu ailelerinden birinin oğlu
olan Eber Beyi Sultan Anamızdan kardesi Gelincik’i istetmis. Sultan Ana kabul
ettikten sonra düğün, dernek kurulmus. Gelini, Sultan Ana’nın yanından simdi
Eber Köyü olarak adlandırılan yere götürmek üzere almıslar. Düğün alayı
Sivrice Tepesi yakınlarındayken eskıyalar düğün alayına saldırmıs. Eber
Beyi’ni öldürmüsler. Gelincik Ana’ya kötülük etme niyetinde imisler. Gelincik
Ana korku ile Sivrice Tepesi’nde bir mağaraya kaçmıs orada onu bir daha
gören, bulan olmamıs.
Haberi alan Sultan Ana oraya kosmus. Yedi gün yedi gece kardesini
aramıs ama bulamamıs. Rivayet odur ki; Sultan Ana mağarada kardesinin
altınlarından, kıyafetinin pullarından çıkan sesler duymus. Sesin pesinde bir
oraya bir buraya gününü gecesini bilmeden kosturmus. O orada kardesini
ararken, diğer kardesi Melek’in erzağı bitmis. Melek Ana askerler aç, susuz
kalmasın diye hiç bir seye el sürmemis. Neyi var neyi yoksa onlara yedirmis.
Sonunda açlığa susuzluğa dayanamayarak ölmüs. Bu acı haberi de alan
Sultan Ana büsbütün yıkılmıs. Kardeslerini yalnız, aç, susuz bırakmıs olmanın
vermis olduğu pismanlıkla Allah’a yakarmıs “Allah’ım dağa, tasa, toprağa
karıstır beni. Dağ tas et, toprak et de bu acıyı daha fazla yasatma bana”
demis. Allah bu duası ile birlikte Sultan Ana’nın da canını almıs. Simdi Sultan Ana’nın mezarı Sultan Dağları’nın batısındadır. Melek
Ana’nınki Kanlıyer ve Melek Ana ovası denilen yerde gömülüdür. Gelincik
Ana’nın kaybolduğu mağara ise Gelincik Ana Mağarası olarak adlandırılır. Her
birinin mezarları bir türbe gibi ziyaret edilir. Gelincik Ana Mağarası’na gidenler,
küçük çocuklarının orada allı pullu bir gelin gördüklerini söylediklerini anlatır.
Rivayete göre Gelincik Ana, hâlâ orada yasar ve kalbi saf olanlara görünür.
Sabah ezanından sonra orada bulunanlar mağara içindeki pınardan
mağaranın daha iç kısımlarına doğru giden ayak izleri gördüklerini takip
ettiklerini ancak izlerin bir anda kaybolduklarını söylerler.
Garip olan sudur ki; Sultan Dağları, Melek Ana Ovasını, Gelencik Ana
Tepesini ve Eber Gölünü âdete kucaklar biçimdedir. Sultan dağlarında akıp
gelen dereler çaylar Eber Gölü ve Melek Ana Ovasını besler. Gelincik Ananın
mağarasında ise mağaranın dısında baslayıp, mağaranın içinde tıpkı Gelincik
Ana gibi kayıp olan büyük bir pınar vardır. Đnanısa göre Sultan Ana
kardeslerini hala sarmakta, onları aç susuz bırakmamakta onlara kol kanat
germektedir. Çünkü o anasına babasına söz vermistir.
Yöremiz insanı onların adlarını ve hikâyelerini hâlâ yasatır. Ana babaya
verilen sözü tutmak da örnek Sultan Anadır. Bereket ve bolluk simgesi Melek
anadır. Dualarda “Sultan Ana, Melek Ana” bolluğu istenir. Gelinlere “Allah
Gelincik dedirtmesin, Allah Gelincik bahtı vermesin (Gelinliğin kısa sürmesin,
gelinliğinde bahtın açık olsun).” diye dua edilir. Yöre halka hâlâ, kuraklıkta
Sultan Ana kardeslerini susuz bırakmaz diye düsünüp kuraklığın kısa
süreceğine inanılmaktadır.
(AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
FERHAT İLE ŞİRİN
Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Ferhat, Amasya Sultanı’na kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister. “ Şehir’e suyu getir, Şirin’i vereyim” der. Su ise Şahin kayası denen uzak mı uzak bir yerdedir. Ferhat’ın aşkı o suyu getirmeye yeter. Kazmasını küreğini alıp yola koyulur. Kayalar yarılır ve su yolunu bulur. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi duyulmaya başlar. Sultan, bakar ki kız kardeşi evlenecek, sinsice planlar yapar ve bir cadı
buldurur. Cadı su kanallarını takip edip, kazma kürek seslerini duyarak Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin’in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü havaya fırlatır fakat külüngü başına düşer. Başı dönen Ferhat, kayalıklardan aşağıya yuvarlanır. Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Bu acıya dayanamaz ve kendini kayalıklardan aşağı atar. Cansız vücudu uzanır Ferhat’ın yanına. Şehre su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama bu iki seven genç artık ölmüştür. İkisini de yan yana gömerler. Her mevsim sevenlerin anısına, iki mezarda da birer gül biter ama ortalarından çıkan karaçalı onların birleşmelerine engel olur.
GELİN KAYASI
Köyde bir düğün yapılır. Bu sırada gelini eşkıyalar kaçırır. Köyün yukarılarındaki yaylalara doğru götürürler. Gelin bir şekilde eşkıyaların ellerinden kaçar ve kayalık bir yere gider. Eşkıyalarda gelinin peşinden gider. Gelin Allah’a dua eder “Allah’ım eşkıyaya yar olmaktansa beni ya kuşa ya da taşa çevir” der. Bu duadan sonra gelin orada taş olur. Bu kayadan çıkan su için “gelin ağlıyor” derler.
BAKIR BAŞ DEDE
Köyün eteğine kurulduğu tepenin üstünde Bakir baş Dede adıyla bilinen bir yatır vardır. Mezarın başucunda bakırdan yapılı kalaylı bir miğfer vardır. Onun Selçuklular zamanında burada şehit düşmüş bir Selçuklu askeri olduğuna inanılır. Savaş zamanlarında miğferin kaybolduğu, savaştan sonra kurşunlarla delik deşik olmuş vaziyette geri döndüğü anlatılır. Eskiden köye gelen kalaycılar bu miğferi de kalaylayıp öyle giderlermiş. Kalaylandıktan sonra miğferdeki kurşun izleri tekrar çıkarmış. Bir rivayete göre de Merzifon’dan kalkıp gelen ordu bakır baş dedenin bulunduğu tepede istirahat vermiş. Dede de bir tıngırla askerlerin susuzluğunu gidermek için ayran getirmiş. Askerler “Dede senin tıngırında ki ayran bize yeter mi? “ demişler. Bakır baş dedenin eskiden Erzurum’da olduğu ve daha sonra Sivas’a yerleştiği söylenir. asıl
adı Balım Sultan’dır. Merzifon’a ise Gani Baba ile birlikte geldiği ve daha sonra burada dağılıp şimdi ki türbelerinin olduğu bölgelere yerleştikleri rivayet edilir.
Bakır başın tacını Kıbrıs Savaşı’ndan sonra kalaylatmışlar. Fakat birkaç gün sonra taç yine rengi eskiye dönmüş ve delikleri açılmış.
GANİ BABA
12. yüzyılda Türklerin Anadolu’ya göçleri ve İslamiyet’in yayılması esnasında Horasan’dan Amasya’nın Saygılı Köyü’ne yerleşen Gani Baba yörede İslamiyet’in yayılmasına önderlik etmesinden dolayı halk arasında sevgi ve saygınlık kazanmıştır. Şeyh Abdülgani Halveti adı ile anılmış olup vefat edince buraya defnedilmiştir. Günümüzde ise Gani baba adı ile tanınmaktadır. Yörede Gani Baba’nın her türlü hastalığı iyileştirdiği inancı kuvvetli olup, özellikle şifa bulma dileğiyle ziyaret edildiği görülür. Yürümekte zorlanan yaşlıları yürüttüğü
akli dengesi bozuk olanları iyileştirdiği söylenir. Ters akan ırmağın yanında bulunan türbesi eskiden değiştirilmeye kalkışılmış fakat evliyanın buna izin vermediği ırmağın taşıp sel olayının yaşanmasına neden olduğu ve bu yüzden türbenin yerinin aynı kalmasına karar verildiği söylenir. Ayrıca türbeye daha yakın olan bu ırmak günümüzde biraz daha uzaklaşmıştır. Evliyanın resminin çekilmesine izin vermediğine dair rivayette vardır. Ziyarete gelenlerden biri resmini çekmek istemiş fakat makinesi resmi çekememiştir. Bir rivayete göre de Amasya’ da askerlik yapmış olan Ali Yüzbaşı adında bir adam varmış.
Bir gün Amasya’ya gelip Suluova’ya giden bir otobüs aramış. Bir süre sonra otobüs gelmiş. Otobüste yanında oturan yaşlı adama, “Suluova’da Gani Baba’yı nasıl bulabilirim?”, demiş. Yaşlı adam da “Suluova’da Saygılı Köyü var Gani Baba’yı orada bulabilirsin ” demiş ve “ne yapacaksın Gani Baba’yı” diye sormuş. Ali Yüzbaşı “Ben Ankara’da yaşıyorum Gani Baba ile bir ay önce Ankara’da tanıştık. Misafirim olmuştu ve beni de Amasya’ya davet etmişti” demiş.” Yaşlı adam “Davete icabet etmek gerekir.” Diye karşılık vermiş. Ali Yüzbaşı, ayrılmadan önce yanındaki yaşlı adama adını sormuş. Yaşlı adam “Garip Hafız (evliyadır)” demiş. Ali Yüzbaşı, Saygılı Köyü’ne geldiğinde, onu buraya davet eden adamın yüzyıllar önce vefat etmiş olduğunu görünce dualar edip geri dönmüş.
SERT ÇOBAN
Ser çoban ömür boyu koyun gütmüş hiçbir zaman ağzından günah söz çıkmamış biriymiş. Bir gün dağda koyun sürüsünü otlatırken kaçan bir davarını yakalamak istemiş. Ser çoban kovalamış, davar kaçmış ve tepenin etrafında yedi kere dolanmışlar. İyice yorulan Ser çoban, “Seni yakaladığımda keseceğim” demiş. Tepenin üstüne geldiklerinde davarı yakalayıp kucaklamış, gözünü öpmüş. Sonra yakaladığı davarı, sözünü yerine getirmek için tam kesmek üzereyken, onun mahzun bir şekilde bakmasıyla duygulanıp “be gözünü sevdiğim mübarek sen niye kendini de beni de yordun” diyerek yakaladığı davarı serbest bırakmış. Ser çoban koyunlarını otlatırken, hiç kimsenin bağına, bahçesine girmemesi için çok dikkatli davranırmış. Koyunlarından biri kendi otlağının dışında ot yese o gün hiçbir koyunun sütünü
içmezmiş ve köylüye dağıtırmış. Bu yüzden köylüler ona baş çoban anlamında “Ser çoban” derlermiş. Bir başka rivayete göre de Ser çoban savaşa giden askerlere yiyecek içecek vermiş. Askerlerin komutanı da Ser çoban’a “Burada benim binlerce askerim var senin kendin için getirdiğin azık bunca askere yeter mi?” demiş. Ser çoban’ın ısrarına dayanamayıp sonunda, “madem bu kadar çok istiyorsun, tamam Sert çoban” demiş. Onun azıcık olan yiyeceği, bütün
askerlerin karnını doyurmuş, yine de bitmemiş. Komutanın “sert çoban” sözü de, o günden sonra “Sert çoban” lakabını almasına sebep olmuş.
Sert çoban öldüğünde, sürüsündeki bütün koyunların her biri ağaca dönüşmüş ve mezarının yanındaki çam ağacı ormanı için onun sürüsü derlermiş. Bu gün mezarının olduğu yer piknik yeri gibi düzenlenmiştir. Buraya gelen insanlar tepedeki ağaçların kutsallığına (Hiçbir evliya odununu vermez derler.) inandıkları için kesip evlerine götürmezlermiş. Eğer kesilen ağaç olursa orada yakacak olarak kullanılır ve geri kalanına ellenmezmiş.
PİRİ BABA
Piri Baba eskiden ayakkabıcıymış. Paşa Hamamının yanında kurulan pazar yerinde dükkânı varmış ve ayakkabı dikermiş. Piri Baba öğlene kadar erkeklerle öğleden sonrada kadınlarlayıkanırmış. Kendi halinde bir zatmış. Halk bu duruma kızmış ve sultana şikâyet etmişler. Fakat kimse Piri Baba’ya bir şey yapamazmış. Bir gün hamamda otururken insanlar buz gibi soğuk su damlalarının sırtlarına düşmesinden rahatsız olmuşlar ve hamamın terlemesinden yakınmışlar. Piri Baba da parmağıyla tavanı gösterip “hamam terleme” demiş. O günden sonra eski hamam hiç terlememiş.
Piri babanın yanına Çorum’da yaşayan kardeşi Koyun baba gelmiş. Gelirken Piri babaya süt getirmiş. Sütü bir mendile koyup mendilin dört ibiğini (uçlarını) bağlamış. Piri babanın yanına geldiğinde mendili bir yere asmış. Ayakkabıcı olan piri babaya bir kadın ayakkabısını tamir ettirmek için gelmiş. O sırada Koyun baba kadının topuğunu görmüş. Bunun üstüne mendildeki süt akmaya başlamış. Piri baba da koyun babaya “dağlarda nefsine hâkim olabilirsin ama önemli olan halk arasında nefsine hâkim olmaktır” demiş. Ta Çorum’dan sağ salim getirdiği süt namahrem gördüğünde damlamaya başlamış. Koyun baba daha sonra mendilini alıp tekrar dağlarda koyun gütmeye gitmiş.
GELİN KAYA EFSANESİ- ORDU – ÇAMAŞ
Vakti zamanlarda bir kaynana ile bir gelin varmış. Bunların yıldızları hiç barışmazmış. Kaynanalık ile gelinlik taslar dururlarmış birbirlerine. Kaynana ne derse gelini tersine yaparmış. Bir değil iki değil kaynana artık dayanamaz olmuş ve gelinine ”Allah seni taş etsin.” diye beddua etmiş. Bu bedduadan sonra gelin taş olmuş.
PERİ KIZI VE OCAK EFSANESİ- GİRESUN YÖRESİ- DERELİ- KIZILTAŞ KÖYÜ
Olay efsaneye göre Giresun’un Dereli ilçesine bağlı Kızıltaş köyünde geçmektedir. Anlatılanlarla ve kaynak kişiye göre köyün bir delikanlısının dere kenarında olağanüstü güzellikte bir kız görmesiyle başlar. Genç, gördüğü bu güzel kızı alır köye götürür ve kızla evlenir. Lakin kız normal bir insan değil de bir peri kızıdır. Evlendikten sonra kız bir gün fırsat bulup evden kaçar. Fakat o gün yoğurduğu ekmek hamuru pişirildikçe artar, taşar ve köylü bunun önüne geçemez. Ne yapsak ne etsek diye düşünürlerken peri kızını dere kenarına gidip tekrar çağırıp ona ne yapmaları gerektiğini sormayı düşünmüşler. Neyse köylü dere kenarına gencin peri kızı bulduğu yere gidip çağırmışlar. Peri kızı onlara ses vermiş ve hamurun üzerinden kara bir tavuğu geçirmelerini ve ondan sonra hamurun artmasının biteceğini söylemiş. Köylü hemen köye dönüp peri kızının dediğini yapmış. Tavuk hamurun üzerinden geçtiği anda artık hamur taşıp dökülmeyi bırakmış. O günden sonra insanlar peri kızının yaşadığı evi kutsal mekan olarak görmüşler ve ocak haline getirmişler. Ocak o günden sonra artık hastaların, çocuğu olmayanların, türlü dünya derdi olanların uğrak yeri olmuş ve şifa umularak gelinmiştir. Şu an bile ocak hala ziyaret edilmekte ve duaların kabul olduğuna inanmaktadır.
GÖNDEREN: NAMIK SARI
Turp Dede
Turp Dede’den odun kesilmiyor. Oradan odun keseni dede kovalıyor.
Eskiden benim dedem varmıştı. Bu köy camisi olurken eskiden oturak camisi
taştandı çatısı falan şimdi beton atıldı. Buraya gitmişler. Hayır için gittin mi dede bir
şey yapmıyor. Ama böyle sen kendine diye kestin mi hemen ne yapacaksa yapıyor.
Dedem demiş ki benim, şu demiş dal ne güzel araba kuyruğu olacak, demiş. Düzgün
görmüş ağacı. Bunu keseyim de araba kuyruğu yapayım, demiş. Şimdi böyle bir
yakadan bir yaka var. Dedemi bu yakadan almış da Çıplak Burna geçirivermiş
dedemi dede. Bu yakadan almış bu yakaya geçirivermiş İsmail Dede’yi. Niyetini bozmuş.
İşte o ağacı kendime keseyim demiş. Ama hayır için kestin mi bir şey
yapmıyor. Ama böyle niyetini bozdun da kendine diye kestin mi dede kovalıyor
derlerdi. Bir kadın vardı öldü bizim köyde. O da benim dedemin kız kardeşinin kızı
oluyor. Kezban teyze onu buraya köye kadar kovalamış dede beygirden. Arkasında
çırpı varmış.
Bu dedenin dul kadınlara da zarar vermediği söylenir hep. Onlar dul ya
ihtiyacı oluyor. Dede onların odun almasına zarar vermiyor. (Bahriye KandemirNaipli)
BALIKESİR MANAV KÖYLERİ KÜLTÜRÜ, Kübra İRKİL EROL, YL TEZİ
Yusufçuk Kusu
Yusuf Aleyhisselâm, kardesleri tarafından kör bir kuyuya atıldığında bir
kus bunu görmüs. Hâline acıyarak “Yusufçuk, Yusufçuk!” diye öter, Yakup
Aleyhisselâm’a kusdiliyle haber vermek istermis. Kusun adı “Yusufçuk” kalmıs.
Bu kusun hâlâ böyle öttüğüne inanılmaktadır.
Guguk Kusu
Eskiden Ayse, Fatma adında iki kardes varmıs. Çok küçük yasta
annelerini kaybeden bu çocukların babası karısı öldükten sonra zalim bir
kadınla evlenmis. Çocukların üvey anneleri çocuklara yapmadığını bırakmıyor,
küçük çocukları evin en ağır islerinde dahi hizmetçi gibi kullanıyormus. Kendisi
kapı kapı gezerken çocukları eve kilitleyip bütün isleri çocuklara yaptırıyormus.
Bir gün yine gezmeye gitmek üzere evden çıkarken, çocukları yanına
çağırmıs. Onlardan kendisi gelene kadar iki tepsi börek yapmalarını istemis.
Çocuklar “Biz bilmeyiz” deseler de dinlememis. Çocuklara bağırmıs, azarlamıs
ve yine çocukları eve kilitleyip gitmis. Çocuklar da dayak yeriz korkusuyla
börek yapmaya baslamıslar. Đki kardes yağ küpünde yağ doldurup böreğe
katmak istemisler. Ancak küp çok ağır olduğu için tasıyamamıslar ve yağ küpü
ellerinden kayıp bal küpünün üstüne düsmüs. Yağ küpü de bal küpü de
kırılmıs. Her yere yağ ve bal dökülmüs. Çocuklar korkudan ağlamaya
baslamıslar. “Allah’ım üvey annemiz görürse bizi öldürür. Kus olsak da su
camdan uçup kurtulsak.” demisler. Allah da çocukların dualarını kabul etmis.
Çocuklar guguk kusu olup uçmuslar. O gün bugündür birbirlerini çağırırlarmıs.
“Guguk guk, Aysecik, Fatmacık pek küçük….”
“Yağ döktük, bal döktük, hep korktuk ….”
(AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Arap Dede
Arap dede türbesi Çay deresine bakan bir dağ yamacındadır. Bu
yamaçta bes kızı olan bir adamın tarlaları varmıs. Kızlar gün boyu tarlalarda
çalısırlarmıs. Yunan isgali sırasında Yunanlar yöre halkına pek çok eziyette
bulunmus, kadınların namuslarına ilismisler. Çay’a çok yakın olan Gedil
köyünü yakıp bu türbenin olduğu dağ yamacına gelmisler. Tarlada is gören bu
bes kız kardesi görmüsler. Kızlara kötülük etmek niyetiyle kızların pesinden
kosmuslar. Kızlar korkuyla kaçısırken karsılarına bembeyaz kıyafetli yaslı bir
adam çıkmıs. “Ben Arap dedeyim. Hiç korkmayın hiç kimse size bir zarar
veremez. Sizin namusunuz bana emanet.” demis ve sonra namaz kılmaya
baslamıs. Kızlar saskınlıkla bakınırken Yunanlılar yanlarına kadar gelmis fakat
kızları görmemis. Kızların etraflarında onları görmede dolasmıslar. Yunanlılar
gidince yaslı adam ortada kaybolmus. O yüzdendir ki yöredeki dualarda genç
kızların namusları önce Allah’a sonra da Arap dedeye emanet edilir.
Baltalı Dede
Bu türbe, Çay ilçesinin Akkonak kasabasındadır. Burada yatan zat,
efsaneye göre harp zamanında bir baltasıyla tek basına kırk gâvuru öldürmüs.
Onun için adı “Baltalı Dede” kalmıs. Türbesinin çevresi ağaçlıktır. Ama kimse
oradaki ağaçlara dokunamaz. Baltalı Dede’nin oradaki ağaçları kesenlerin
rüyalarına girip korkuttuğu bir türlü rahat vermediği söylenir. O yüzden kimse o
ağaçlara dokunmaz. Dokunanların Baltalı Dede’nin gazabına uğrayacağına
inanılır.
(AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Üç Kardes Efsanesi
Bu efsane yörenin anlatıla gelen en büyük efsanesidir. Yörede üç
arkadasın adını duymayan, hikâyelerini bilip anımsamayan yok denecek kadar
azdır. Yöre halkı için üç kardesin hikâyesi öyle kutsal ki, hikâye kahramanları
âdete birer evliya gibi hatırlanırlar. Yörenin en bereketli, en güzel, en
vazgeçilmez yerleri onların adları ile anılır; Sultan Dağları, Gelincik Ana
Tepesi, Melek Ana Ovası (Kanlıyer) ve Eber Gölü. Kuraklıkta edilen dualarda
oların adı anılır ve Allah’tan onların yüzü suyu hürmetine bereket ve yağmur
vermesi dilenir. Yeni gelinlere “Allah gelincik dedirtmesin, Allah gelincik bahtı
vermesin.” diye dua edilir.
Çok eski zamanda simdiki Çay ilçesinin de içinde bulunduğu bölgede
çok büyük bir kıtlık ve kuraklık yasanmıs. Bu kuraklık öyle büyükmüs ki
insanlar içecek su bile bulamaz olmuslar. Susuz kalan toprakta bir sey
yetismez olmus. Bu kuraklığın ardından da çok uzun ve sert bir kıs yasanmıs.
Birçok insan açlıktan, sefaletten ve hastalıktan ölmüs. Đste bu zamanı gören
ailelerden biri de Sultan Ana’nın ailesiymis. O zamanlar Sultan Ana daha on iki
yaslarında bir çocukmus. Kardesi melek ondan bes altı yas kadar küçük, en
küçük kardesi Gelincik ise daha bebekmis. Sultan Ana’nın babası kuraklığın
ardından gelen o büyük sert kısta çocuklarını aç, susuz ve soğukta
bırakmamak için dağlara odun ve yiyecek aramaya gitmis fakat soğuğa
dayanamamıs ve simdi onun adıyla anılan Emir Dağları’nda donarak ölmüs.
Sultan Ana’nın annesi kocasını kaybettikten sonra üç çocuğuyla ortada kalmıs.
Çocuklarına bakabilmek için oda büyük çaba harcamıs. Fakat bir süre sonra
bir hastalığa yakalanıp ölmüs. Ölmeden önce iki küçük kızını ablaları olan
Sultan Ana’ya emanet etmis.
Sultan Ana, çocuk yasında iki kardesi ile ortada kalmıs. O zaman kendi
kendisine “Bende kardeslerime anamın, babamın bize baktığı gibi bakacağım
onları ölsem de aç, susuz ve soğukta bırakmayacağım.” diye söz vermis. O
çocuk yasında zor sartlarda kardeslerini elinden geldiğince korumus hiçbir
seylerini eksik etmemis. Yıllar böyle geçmis, Sultan Ana, kardeslerini büyük
güçlükle yetistirmis. Sultan Ana da kardesleri de gelinlik çağlarına gelmisler.
Namuslarıyla, güzellikleriyle dini bütün kisilikleriyle her yere nam salar
olmuslar. Sultan Ana’ya türlü yerlerden büyük kısmetler gelmis. Ancak Sultan
Ana “Kardeslerim bana emanet ben onları evlendirmeden evlenmem.” deyip
hiç kimseyi kabul etmemis.
Đnsanın adıyla birlikte bahtı da yazılır derler. Sultan Ana’nın bu tavrının
mükâfatı olarak Allah, Sultan Ana’ya sultanlar gibi yasayabileceği mal-mülk
nasip etmis. Bir koyununu bin bes yüz bir devesini dört yüz deve etmis. Sultan
Ana, bu malın mülkün içinde de bencillik etmemis, sadece kendini
düsünmemis. Allah’ın ona verdiği bu malı mülkü yine O’nun yoluna harcarmıs.
Simdi onun adıyla anılan Sultan Dağları’nda yasayan Sultan Ana, dört yüz
devesi ile insanları hacca yollarmıs. Koyunların etini, sütünü de simdi Kanlıyer
diye adlandırılan yerde askerleri besleyen kardesi Melek’e yollarmıs.
Melek Ana’nın tabiatı da adı gibiymis. O’da ablası Sultan gibi dini bütün
bir kadınmıs. Adı gibi kendisi de âdeta bir melekmis, melek yüzlü, nur yüzlü bir
kadınmıs. Melek Ana, Kanlıyer diye adlandırılan çesitli savasların yasandığı
yerde yasar ve burada savasan askerlere bakarmıs. Onların yaralarını sarar,
Sultan Ana’nın gönderdikleri ile onları doyururmus.
Bir gün Melek Ana’nın ummadığı bir zamanda erzağı bitmis ve Sultan
Ana’ya haber salmıs. Rivayete göre develeri ile hacca gidecekleri gönderen
Sultan Ana, ne yapacağını sasırmıs. “Ben kardeslerime aç, susuz
bırakmayacağım diye anama babama söz verdim develer yokken onca erzağı
nasıl yetistirir, gönderirim Allah’ım sen bana yardım et.” diye dua etmeye
baslamıs. O esnada yanında bir delik açılmıs. Sultan Ana, bu deliğe üflemis ve
bu deliğin diğer ucu da 1780 m asağıda yasayan Melek Ana’nın yanında
açılmıs. Rivayete göre Sultan Ana, Allah’ın lütfü ile açılan bu yoldan, Melek
Ana’ya 40 varil süt yollamıs. Böylece kardesini ve askerleri açlıktan,
susuzluktan kurtarmıs.
Sultan Ana’nın, en küçük kardesi olan Gelincik Eber Beyi’ne, Eber Beyi
de Gelincik’e sevdalıymıs. O zamanın asil, namuslu ailelerinden birinin oğlu
olan Eber Beyi Sultan Anamızdan kardesi Gelincik’i istetmis. Sultan Ana kabul
ettikten sonra düğün, dernek kurulmus. Gelini, Sultan Ana’nın yanından simdi
Eber Köyü olarak adlandırılan yere götürmek üzere almıslar. Düğün alayı
Sivrice Tepesi yakınlarındayken eskıyalar düğün alayına saldırmıs. Eber
Beyi’ni öldürmüsler. Gelincik Ana’ya kötülük etme niyetinde imisler. Gelincik
Ana korku ile Sivrice Tepesi’nde bir mağaraya kaçmıs orada onu bir daha
gören, bulan olmamıs.
Haberi alan Sultan Ana oraya kosmus. Yedi gün yedi gece kardesini
aramıs ama bulamamıs. Rivayet odur ki; Sultan Ana mağarada kardesinin
altınlarından, kıyafetinin pullarından çıkan sesler duymus. Sesin pesinde bir
oraya bir buraya gününü gecesini bilmeden kosturmus. O orada kardesini
ararken, diğer kardesi Melek’in erzağı bitmis. Melek Ana askerler aç, susuz
kalmasın diye hiç bir seye el sürmemis. Neyi var neyi yoksa onlara yedirmis.
Sonunda açlığa susuzluğa dayanamayarak ölmüs. Bu acı haberi de alan
Sultan Ana büsbütün yıkılmıs. Kardeslerini yalnız, aç, susuz bırakmıs olmanın
vermis olduğu pismanlıkla Allah’a yakarmıs “Allah’ım dağa, tasa, toprağa
karıstır beni. Dağ tas et, toprak et de bu acıyı daha fazla yasatma bana”
demis. Allah bu duası ile birlikte Sultan Ana’nın da canını almıs. Simdi Sultan Ana’nın mezarı Sultan Dağları’nın batısındadır. Melek
Ana’nınki Kanlıyer ve Melek Ana ovası denilen yerde gömülüdür. Gelincik
Ana’nın kaybolduğu mağara ise Gelincik Ana Mağarası olarak adlandırılır. Her
birinin mezarları bir türbe gibi ziyaret edilir. Gelincik Ana Mağarası’na gidenler,
küçük çocuklarının orada allı pullu bir gelin gördüklerini söylediklerini anlatır.
Rivayete göre Gelincik Ana, hâlâ orada yasar ve kalbi saf olanlara görünür.
Sabah ezanından sonra orada bulunanlar mağara içindeki pınardan
mağaranın daha iç kısımlarına doğru giden ayak izleri gördüklerini takip
ettiklerini ancak izlerin bir anda kaybolduklarını söylerler.
Garip olan sudur ki; Sultan Dağları, Melek Ana Ovasını, Gelencik Ana
Tepesini ve Eber Gölünü âdete kucaklar biçimdedir. Sultan dağlarında akıp
gelen dereler çaylar Eber Gölü ve Melek Ana Ovasını besler. Gelincik Ananın
mağarasında ise mağaranın dısında baslayıp, mağaranın içinde tıpkı Gelincik
Ana gibi kayıp olan büyük bir pınar vardır. Đnanısa göre Sultan Ana
kardeslerini hala sarmakta, onları aç susuz bırakmamakta onlara kol kanat
germektedir. Çünkü o anasına babasına söz vermistir.
Yöremiz insanı onların adlarını ve hikâyelerini hâlâ yasatır. Ana babaya
verilen sözü tutmak da örnek Sultan Anadır. Bereket ve bolluk simgesi Melek
anadır. Dualarda “Sultan Ana, Melek Ana” bolluğu istenir. Gelinlere “Allah
Gelincik dedirtmesin, Allah Gelincik bahtı vermesin (Gelinliğin kısa sürmesin,
gelinliğinde bahtın açık olsun).” diye dua edilir. Yöre halka hâlâ, kuraklıkta
Sultan Ana kardeslerini susuz bırakmaz diye düsünüp kuraklığın kısa
süreceğine inanılmaktadır.
(AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ