Çocuklarınıza uyurken masal anlatır mıydınız? Hatırladığınız masalı yazınız.

10 Comments

    meryem - 29 Kasım 2014 at 23:14 - Cevapla

    Aslıma Çekerim Masalı ( AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
    Bir varmıs bir yokmus, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bir
    padisah yasarmıs. Bu padisahın altı kız çocuğu varmıs. Padisah hep bir erkek
    çocuğu olsun istermis ama doğan altı çocuğunun altısı da kız olmus. Padisah
    bu durumdan sorumlu olarak hep karısını görürmüs. Karısına “Bana bir daha
    kız çocuk doğurursan senide o çocuğu da oracıkta boğduracağım.” demis.
    Kadın ne kadar “Bu benim elimde değildir, takdir-i Đlahi. Ben ne
    yapayım, benim suçum ne, çocuğumun suçu ne?” dese de padisahı ikna
    edememis.
    Padisah tutturmus “Bundan sonra bana, tahtıma benden sonra çıkacak,
    yerime geçecek, soyumu sürdürecek bir erkek çocuk doğurmazsan, hem
    çocuğuna hem kendine ölümlerden ölüm beğen” demiş.
    O sıralarda sarayın yakınlarında bir çingene topluluğu çadır kurmuş.
    Çingenelerin beyinin altı oğlu varmış. Çingene beyi hep raks edecek,
    oynayacak tef çalacak bir kızı olsun istermiş. Ama doğan altı çocuğunun altısı
    da erkek olmuş. Çingenelerin beyi de bu durumdan hep karısını sorumlu
    tutuyormus, karısına “Bana evimi şenlendirecek bir kız çocuk doğurmadın. Eğer bir daha erkek doğurursan seni de, doğurduğun oğlan çocuğu da
    öldüreceğim.” demiş. Karısı her ne kadar “Bu benim suçum değildir. Takdir-i ilahidir. Bunda
    benim suçum ne, çocuğumun suçu ne?” diye itiraz etse de Çingene Beyi “Ben
    anlamam bana güzeller güzeli bir kız çocuk doğuracaksın kız evlenene kadar
    evimi senlendirecek, düğünde eğlencede oynayıp bana altın kazandıracak.Evlenecek yasa geldiğinde ona alacağım bas hakkı, altı ağabeysine de
    alacağım kızların bas haklarının hepsiden fazla olacak. Eğer bana bir kız
    çocuk doğurmazsan ölümlerden ölüm beğen” dermis
    Gel zaman git zaman padisahın karısı da, çingenenin karısı da hamile
    kalmıslar.
    Padisahın karısı doğuracağı gün sarayın kapısına Çingene Beyi’nin
    karısı gelmis. “Allah rızası için ekmek as” diye dilenecek olmus. O arada
    sancılanmıs. Padisahın karısı da çingene de o gün doğurmuslar. Padisahın
    karısının yine bir kız çocuğu olmus, çingenenin de yine bir erkek çocuğu
    olmus. Her ikisi de baslamıslar ağlamaya, ikisi de can korkusu sarmıs. En
    sonunda akıllarına bir fikir gelmis. Birbirlerine, birbirlerinin çocuklarına iyi
    bakacakları sözü vererek çocuklarını değismisler. Kocalarına da yalan
    söylemisler.
    Padisah karısı kucağına çingenenin çocuğunu almıs, kocasına benim
    bir oğlum oldu diye müjde vermis.
    Padisah haberi duyar duymaz. Doğan erkek çocuğun şerefine kırk gün kırk gece sölenler yapmıs, açları doyurmus, çıplakları giydirmis, ziyafetler
    vermis
    Çingene de kucağında kız çocukla kocasının yanına varmıs. Kocasına
    “Kız çocuğumuz oldu.” diye müjde vermis. Çingene beyi haberi alır almaz.
    Doğan kız çocuğunun serefine kırk gün kırk gece eğlenceler düzenlemis. Kırk
    gün kırk gece çalgılı çengili eğlenmisler.
    Gel zaman git zaman çocuklar büyümüs altı yasına gelmisler. Padisah
    oğlu sandığı çingene çocuğunun üzerine titremis. En büyük âlimleri hocaları
    getirtmis çocuğuna ders verdirtmis. Fakat çocuk ne anlatılanı dinlermis ne de
    dinlediğini anlarmıs. Eline iki tahta kasık bir de teneke alırmıs. Sağ da solda tenekeyi çala çala sarkı, türkü söyler oynarmıs. Padisah türlü türlü oyuncaklar
    yaptırsa da onların yüzüne bakmazmıs.
    Öte yandan çingene de kızına çalgı çengi öğrensin diye en iyi çalgıcıları
    çengicileri hoca olarak tutmus. Fakat kız eline çalgı almazmıs. Bir köseye
    çekilir çalanları, oynayanları burun kıvıra kıvıra izlermis. Çingene beyi ne
    yaparsa yapsın kızını raks ettiremezmis. Eline çalgı verse kız tutmasını
    beceremezmis.
    Kız çingene çadırında oğlan sarayda böyle büyümüsler. Padisah da,
    çingene beyi de ne yaparsa yapsınlar çocuklarını istedikleri gibi
    yetistirememisler. Ne çingenenin kızı çengi olabilmis, ne padisahın oğlu
    sehzade.
    Bir gün padisah altı yasına gelen oğlunu sünnet yaptırmaya karar
    vermis. Oğlunun sünneti için çok büyük eğlenceler tertip etmis. Her seyin en
    iyisini en güzelini sarayına getirtmis. Sünnet söleni için en iyi asçılar,
    hizmetçiler, hokkabazlar, soytarılar saraya getirtilmis. Kus sütü eksiksiz
    sofralar hazırlanmıs. Padisah etraftaki en iyi çalgıcıları çengicileri aratmıs. En
    iyi çalgıcılar çengiciler, karısının çocuğu değistiği çingene obasındaymıs.
    Padisah onları da sarayına getirtmis.
    Padisah karısı ile Çingene Beyi’nin karısı birbirlerini görünce tanımıslar.
    Kendi çocuklarına uzaktan, bakıp bakıp ağlamıslar. Ama kimseye
    sezdirmemisler.
    Sünnet söleninin hazırlıkları sürerken çocuklar hiç bir seyden habersiz
    sarayın bahçesinde oynarlarmıs. Bir gün padisah yanında en büyük ulemaları
    vezirleri ile birlikte, hazırlıkları teftise çıkmıs. Sarayın bahçesinde dolasırken
    çingenenin kız çocuğunu görmüsler. Çocuk kendi basına bahçede
    oynuyormus. Kız eline bes – altı ağaç dalı almıs bunları toprağa dikmis. Bu
    ağaç dalları ile oynamaya baslamıs. Kız ağaç dalları ile sözde insanmıs gibi konusuyormus. Her bir ağaç dalına ayrı ayrı emir veriyor “Sen tasımı getir, sen
    saçımı tara, sen sunu yap sen bunu yap.” diyormus bir taraftan da gayri ihtiyari
    “Aslıma çekerim aslıma çekerim.” diyormus.
    Padisah ve yanındakiler bunu görmüsler. Kızın oyununa bakıp
    “Herhalde sultana özendi.” diye düsünmüsler. Ama söylediği “Aslıma çekerim.”
    lafına anlam verememisler.
    Padisah yanındakilerle sarayı dolasmaya devam etmis. Bahçenin diğer
    tarafında da padisahın oğlu sehzade oyun oynuyormus. Padisah ve adamları
    sehzadeyi de oyun oynarken izlemisler. Sehzade eline bes – altı ağaç dalı
    almıs. Bunları toprağa dikmis. Bu ağaç dalları ile oynamaya baslamıs. Oğlan
    ağaç dalları ile sözde insanmıs gibi konusuyormus. Her bir ağaç dalında bir
    seyler istiyormus “Bana biraz ekmek verir misin? Allah rızası için bana biraz as
    verir misin? …” diyormus. Bir taraftan da gayri ihtiyari “Aslıma çekerim aslıma
    çekerim” diyormus.
    Padisah ve yanındakiler bunu görmüsler. Oğlan oyununa bakıp
    “Herhalde çingenelere özendi.” diye düsünmüsler. Ama “Aslıma çekerim,
    aslıma çekerim.” lafına bir anlam verememisler. Padisah bunun üzerine oğluna
    çok kızmıs. “Bir daha çingenelerin yanına gitmesin” diye emir vermis.
    Hizmetçiler “Çocuk sarayın hep arka tarafında oynadı çingeneleri görmedi.”deseler de padisah inanmamıs.
    Arada birkaç gün geçmis. Padisah yine yanına ulemaları, vezirlerini alıp
    dolasmaya çıkmıs. Padisahın oğlu bahçede oynuyormus. Yine çocuğun
    oyununu izlemeye baslamıslar. Çocuk eline çalı çöp toplamıs bir birine
    ulamaya çalısıyormus. Bir taraftan da “Aslıma çekerim aslıma çekerim”
    diyormus. Padisah oğlunun yaptıklarına anlam verememis, oğluna sormus
    “Oğlum ne yapıyorsun böyle?” Çocuk padisah’a cevap vermis “Aslıma çekerim
    sele sepet dokurum, Aslıma çekerim sele sepet dokurum.”Padisah bunun üzerine çok sinirlenmis “Yine mi çingeneleri gördü?”
    diye bütün hizmetçileri yanına çağırmıs. Hizmetçiler “Sarayın bu tarafından
    diğer tarafına geçmedi padisahım, kendi kendine oyun uydurur.” deseler de
    padisah inanmamıs. Hizmetkârlara bağırmıs çağırmıs ve yanındakilerle
    sarayın diğer tarafına gitmis. Burada da çingenenin kız çocuğu oynuyormus.
    Padisah ve yanındakiler yine hep birlikte çocuğun oyununu izlemeye
    baslamıslar. Çocuk eline çalı çöp toplamıs. Bunları bir köseye yığıyor, bu
    çöpleri iyice yükseltip üzerine oturmaya çalısıyormus. Bir taraftan da gayri
    ihtiyari “Aslıma çekerim. Aslıma çekerim” diyormus. Padisah kızın yaptıklarına
    anlam verememis ve kıza sormus “Kızım ne yapıyorsun böyle?” Çocuk
    padisaha cevap vermis. “Aslıma çekerim, tahtıma çıkarım, aslıma çekerim
    tahtıma çıkarım.”
    Padisah çocuğun dediklerine bir anlam verememis. Yanındaki
    ulemalara sormus “Bu nedir böyle aslıma çekerim, aslıma çekerim.” Ulemalar
    cevap vermisler “Herkes aslı neyse öyle davranır, herkes aslına çeker. Soylu
    soyunu, yolcu yolunu arar padisahım. Sen en iyisi bu lafların ardını koyma.”
    demisler.
    Padisah bunun üzerine kendi karısını da, çingene çocuğunun annesini
    de huzuruna çağırtmıs. Olanları anlatmıs. “Çocuklarımız “Aslıma çekerim,
    aslıma çekerim” deyip duruyorlar. Bu isin aslı nedir? Bu lafı nereden niye
    bellediler?” demis.
    Bunun üzerine padisahın karısı da çingene karısı da ağlayarak olanları
    anlatmıslar. Padisah da Çingene Beyi de Allah’ın takdirine karsı geldiklerine
    pisman olmuslar. Tövbe etmisler. Padisah kendi kızını, çingene kendi oğlunu
    almıs. Çocuklar kendi analarının babalarının yanında mutlu huzurlu, soylarının
    gereği gibi yasayarak büyümüsler.
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ

    meryem - 29 Kasım 2014 at 23:17 - Cevapla

    Derviş ile Fare Kız Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)

    Bir varmıs bir yokmus. Evvel zaman içinde bir dervis yasarmıs, bu dervis
    dünya hayatından el ayak çekip kendisini ibadete adamıs. Tüm insanlardan, dağ
    basında bir mağaraya çekilmis. Orada gece gündüz ibadet eder ve dua edermis.
    Bu böyle yıllarca sürmüs.
    Gel zaman git zaman adam yalnızlıktan sıkılmıs. “Keske bir can yoldasım
    olsaydı.”diye iç geçirir olmus. Bir gün yine bu hayali kurup iç geçirirken,
    mağaranın içinde dolasan bir fare görmüs. Fare oradan oraya kosturuyor, kendi
    kendine oyunlar oynuyormus. Adam farenin türlü türlü oyunlarını görünce yine iç
    geçirmis: “Keske benim de böyle oyunlar oynayacak bir çocuğum olsaydı,
    gönlümü senlendirseydi. Hem onunla güler eğlenirdim hem de bana can
    yoldaslığı yapardı.” demis.
    Adamın bu dileği Allah katında kabul görmüs. Allah o anda, o mağarada
    kosusturan fareyi güzel bir kız çocuğuna dönüstürmüs.
    Adam sevinç içinde çocuğa sarılmıs. Dua neticesinde ve Allah’ın bir
    mucizesi olarak dünyaya gelen bu çocuğu gözünden bile sakınarak türlü
    ihtimamlarla büyütmüs.
    Gel zaman git zaman kız büyümüs, güzellesmis. Evlenecek yasa gelmis.
    Dervis, dua neticesinde verilen ve Allah’ın kendisine bir lütuf olan bu çocuğu
    kimselere layık görmemis. “o Allah’ın bana bir lütfu ben onu yaratılmıs en büyük
    ve en güçlü varlığa verip, onunla evlendireceğim. Kızımın dengi yalnız odur.”diye
    düsünürmüs.
    Aylarca kızının dengi olabilecek en büyük ve en güçlü varlığı düsünmüs
    durmus.Bir sabah dervisin gözüne günes ilismis. “Bu günes ki karanlığı yeniyor. Her
    yer onunla aydınlanıp ısınıyor. Onun güçte ve büyüklükte esi yoktur. Benim
    kızımın dengi olsa olsa günestir.” demis. Ardından da günese seslenmis.
    — Ey günes, ey günes! Güçte büyüklükte essiz günes! Ben bir garip dervis
    idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım. Allah’tan
    bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız çocuğu yaptı. O güzel kız
    çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti. Simdi kızıma bir es ararım.
    Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim kızıma da öylesi yarasır. Kızımı
    sana versem alır mısın?
    Günes, adamı duymus, hayretle dinlemis.
    — Ey dervis, yoksul dervis! Senin kızın en büyüğe layık. Ben büyüğüm
    büyük olmasına ama benden büyüğü de var. Demis.
    Dervis bunun üzerine Günes’e sormus:
    — Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
    Günes: Su önüme geçen, ısığımı kesen bulut varya, o benden daha büyüktür.
    Var git sen kızını ona ver, senin kızının dengi odur.”
    Adam bunun üzerine buluta seslenmis:
    — Ey bulut, ey bulut! Güçte büyüklükte essiz bulut!Ben bir garip dervis
    idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım.
    Allah’tan bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız çocuğu
    yaptı. O güzel kız çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti. Simdi
    kızıma bir es ararım. Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim kızıma da
    öylesi yarasır. Kızımı sana versem alır mısın?
    Bulut da adamı hayretle dilemis. Dervisin sözü bitince dervise:— Ey dervis, yoksul dervis! Senin kızın en büyüğe layık. Ben büyüğüm
    büyük olmasına ama benden büyüğü de var.
    Dervis bunun üzerine buluta sormus:
    — Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
    — Ben büyüğüm büyük olmasına ama bir rüzgâr çıksa, oradan oraya
    savrulur, un ufak olurum. Benim gücüm ancak günese yeter, rüzgâra hükmüm
    geçmez. Var git sen kızını ona ver senin kızının dengi odur.”
    — Dervis bulutu da dinledikten sonra rüzgâra varmıs. Rüzgâra
    seslenmis:
    — Ey rüzgâr, ey rüzgâr! Güçte büyüklükte essiz rüzgâr! Ben bir garip
    dervis idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım.
    Allah’tan bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız çocuğu
    yaptı. O güzel kız çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti. Simdi
    kızıma bir es ararım. Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim kızıma da
    öylesi yarasır. Kızımı sana versem alır mısın?
    Rüzgâr dervisi dinlemis ve dervise:
    — Ey dervis, yoksul dervis! Senin kızın en büyüğe layık. Ben büyüğüm büyük
    olmasına ama benden büyüğü de var.
    Dervis bunun üzerine günese sormus:
    — Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
    — Ben büyüğüm büyük olmasına ama benim gücüm ancak buluta,
    toprağa geçer. Hepsini un ufak eder, oradan oraya savururum. Fakat önüme bir dağ çıksa, orada kesilir nefesim. Su gördüğün kova dağ benden daha
    büyüktür. Var git sen kızını ona ver senin kızının dengi odur.”
    Dervis rüzgâra hak vermis. Hemen dağa kosmus ve dağa:
    — Ey koca dağlar, ey koca dağlar! Güçte büyüklükte dağlar! Ben bir
    garip dervis idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım. Allah’tan bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız
    çocuğu yaptı. O güzel kız çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti.
    Simdi kızıma bir es ararım. Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim
    kızıma da öylesi yarasır. Kızımı sana versem alır mısın?
    Dağ dervisi dinledikten sonra, dervise dönmüs.
    — Ben büyüğüm büyük olmasına ama benim gücüm ancak rüzgâra
    yeter. Rüzgar çıksa yenilmem, kar yağsa devrilmem ama benden de güçlüsü,
    büyüğü var.
    Dervis bunun üzerine dağa sormus:
    — Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
    — Su beni için için kemiren, delik desik eden fareler var ya onlar
    benden daha güçlüdür. Var git sen kızını ona ver senin kızının dengi odur.”
    Dervis dağın sözlerini saskınlıkla dinlemis. “Allah’ım sen dengini dengine
    buldurmasını bilirsin, sen nelere kadirsin. Allah’ım dengi dengine denkle de
    ver” demis.
    Allah dervisin duasını bir kez daha kabul etmis. Genç kız tekrar fare
    olmus, denginin pesinden bir deliğe kosmus girmis. Dengi dengine bir ömür
    sürmüsler.
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ

    meryem - 29 Kasım 2014 at 23:20 - Cevapla

    Vezir Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)

    Bir varmıs bir yokmus. Evvel zaman içinde fakir bir karı koca yasarmıs
    bu karı kocanın biraz da akılları kıt imis. Bu karı koca, hem fakir olduklarından
    hem de akıllarının biraz kıt olusundan ötürü yıkanmayı bilmezler hamama hiç
    gitmezlermis.Kadının bu durumunu bilen komsularından biri, kadını bir gün zorla
    hamama götürmüs. Hamamda padisah ve vezirin karısı da varmıs. Cariyeler
    onların etrafında dört dönüyor, hizmete hiç bir seyi eksik etmiyorlarmıs. Fakir kadı onlara öyle imrenmis ki, onları izlemekten yıkanmaya hiç vakit
    bulamamıs.
    Bir taraftan da kendi durumun içerleyen kadın, bu durumun suçlusu
    olarak kendi kocasını görmüs, içten içe “Vezire padisaha varsaydım, ben de
    sefa sürer gönlümce eğlenir, gönlümce gezerdim. Hiçbir ise el sürmem, ne
    istersem emreder hem kendimi yormazdım.” demis.
    Padisah vezir karısı olmanın hayalini kura kura evine gelmis. Evine
    gelince evde ne kadar ıvır zıvır esya var ise hepsini toplamıs kapının önüne
    yığmıs. Aksam eve gelen kocası eve girememis. Adam ne kadar bağırıp
    çağırsa da, yalvarıp yakarsa da onu içeri almamıs. “Herif herif git, ya padisah
    ol ya vezir, ondan sonra eve gel.” demis.
    Adamcağız ne yapsın boynu bükük yollara düsmüs. Az gitmis uz gitmis
    dere tepe düz gitmis. Bir gün yolun kırk haramiler çıkmıs. Haramiler bakmıslar
    adamcağızın kendine hayrı yok, bunda para pul ne gezer diyerek adama
    ilismemisler. Adam da bakmıs haramiler de altın mücevher çuvalla, içten içe
    imrenerek “Ah demis keske bende onların arasında olsaydım da, karımı varlık
    içinde yasatsaydım, hiç bu hallere düsmeseydim. Sırtım pek karnım tok
    gezseydim.” demis.
    Bu düsünceyle baslamıs, haramilere yalvarmaya “Ey Haramiler
    ey haramiler beni de aranıza alın, ne isterseniz yaparım as deseniz asar, kes
    deseniz keserim, sizinle birlikte dövüsür yol keser, kervan dağıtırım.” demis.
    Haramiler adama bakmıslar, adamcağızın kendine hayrı yok, asmak
    kesmek neyine, püf deseler yıkılacakmıs, böyle çelimsiz, sıska aklı kıt
    adamdan hiç harami mi olur diye düsünüp baslamıslar gülmeye, adamcağızla
    eğlenmeye, sonra adamla daha çok dalga geçebilmek için ona bir oyun
    düzmüsler.Demisler ki; “Ey yolcu seni aramıza alırız ama harami olmak için önce
    bir hüner göstermen lazım. Git padisahın üstünden yorganını çal biz de seni
    aramıza alalım.”
    Haramilerin maksadı hem adamı kandırıp onunla dalga geçmek, hem
    de onun sarayda olusturduğu telas eden faydalanarak, padisahın hazinesini
    çalmakmıs. “Bu saf nasıl olsa yakalanır, sarayın çoğu askeri padisahın ve bu
    avanak hırsızın basına üsüsür, kalan askerleri de biz hakkından gelip, hazineyi
    çalar kaçarız.” diye düsünüyorlarmıs.
    Bu düsünce ile adamı kandırıp saraya getirmisler ona padisahın odasını
    gösterip sağa sola dağılmıslar.
    Adam padisahın odasına girmis, sağına soluna bakmaya baslamıs. Oda
    öyle gösterisli öyle ihtisamlı imis ki adam sağa sola bakınacağım derken ne
    yapacağını, niye oraya geldiğini unutmus. Saskın saskın etrafına bakınırken
    gözüne padisahın seccade ilismis çevirmis bakınmıs. “Ömrümde böyle güzel
    seccade görmedim, hazır elime böyle güzel bir seccade geçti, fırsat bu fırsat
    bu seccade ile iki rekât namaz kılayım, bir daha böyle seccade de namaz
    kılmak nerden nasip olacak demis. Hemen abdest almıs, tam namaza
    duracakken, “Ezansız namaz mı olur?” diye düsünmüs. Ardından da baslamıs.
    Avazı çıktığı kadar bağıra bağıra ezan okumaya. Sesini duyan sarayın
    askerleri uyanmıs, haramilerde basıldık yalanacağız korkusu ile saraydan
    kaçmıslar.Gürültüye uyanan padisah da adamın haramileri kaçırmak için böyle bir
    yola basvurduğunu sanmıs ve fakir adamı haramileri saraydan kaçırdığı için
    kendisini vezir yapmıs.
    Adam vezir olunca karısı ile de barısmıs. Birlikte mutlu, huzurlu, rahat,
    bolluk içinde bir hayat sürmüsler. Onlar ermis muradına, biz çıkalım tadına.
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ

    meryem - 29 Kasım 2014 at 23:23 - Cevapla

    Halıcı Kızı Ve Katırcı Kızı Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)

    Bir varmıs bir yokmus evvel zaman içinde kalbur zaman içinde dağların
    içindeki uzak bir köyde halı kilim dokuyarak geçimlerini sağlayan bir karı koca
    yasarmıs. Bunların çok güzel bir kızları varmıs. Bu kız oldukça becerikli bir
    kızmıs elinden her s gelir her seyden az çok anlarmıs. Gerek ev isleri gerek
    bağ bahçe isleri olsun hepsinden az çok anlar, dağlardan topladığı çesitli
    otlarla ilaçlar yapmayı dahi bilir becerirmis. Öte yandan bir taraftan halı kilim
    dokuyup satar. Fakir anne babasının geçimlerine katkı sağlarmıs. Bir evin tek
    çocuğu olan bu kız, bu sekilde ailesine ne çok çocuklu olmayı aratır ne de
    erkek çocuk eksikliğini hissettirirmis. O yüzden anne babasının gözünde her
    kesin çocuk sevgisinden ayrı sevilir ayrı değer görürmüs. Halıcı kızı yalnız
    annesi babası değil köydeki herkes hatta kuslar böcekler kısacası tüm
    hayvanlarda severmis. Halıcı kız onların dilinden hayvanlarda halıcı kızın
    dilinden anlarlarmıs. Çifte gitse öküzü huysuzluk etmez ne isterse yaparmıs.
    Dağa oduna gitse köyün en inatçı katırı bile onun yanında yola gelir, hiç
    huysuzluk inatçılık etmeden odunlarını tasırmıs.
    Kız bir gün yine halı tezgâhının basında çalısıyor, halı dokuyormus. O
    esnada bir kus gelmis ve halı tezgâhına konmus, “Ay kız sen basına bir gelecek var, oy kız senin basına bir gelecek var” diye ötmeye baslamıs. Kız ne
    kadar uğrastı kovmaya çalıstıysa da kus yanından uzaklastıramamıs. Bu
    günlerce böyle sürmüs kız nereye gitse kus basına gelip aynı sözleri
    söylüyormus. En sonunda kızı ölüm korkusu sarmıs. Ben buralardan uzaklara
    kaçar kimsenin olmadığı bir yere gidersem, basıma bir sey gelmez diye
    düsünmüs. Olanları anne ve babasına anlatmıs, anne babası çok üzülmüs,
    ağlamıs çaresiz kızlarının dediğini yapmak zorunda kalmıs. “Anne baba benim basıma bir kus (musallat) oldu. Bir türlü basımdan
    savamıyorum. Bana bosuna bir hal gelecek diyor. Ben buralarda kalırsam
    kesin bir is gelecek diyor. Ben buralarda kalırsam kesin bir is gelecek basıma.
    Beni hiç kimsenin olmadığı bir dağ basına götürün. Böylelikle basıma is
    gelmez gelirse de oralarda kimse görmez bilmez. Kimseyi üzmem.” demis.
    Anne babası kızın söylediklerine çok üzülmüs ağlamıslar fakat çaresiz
    kızlarının dediklerine uymak zorunda kalmıslar.
    Ertesi gün halıcı kız, anne ve babası yola çıkmıslar. Az gitmisler uz
    gitmisler dere tepe düz gitmisler, kızı bırakacak ıssız bir yer ararken
    karsılarına iki kanatlı demir bir kapı çıkmıs. Dağ basında böyle bir kapı
    görünce sasırmıslar. Halıcı kızın annesi kapının bir tarafına babası diğer
    tarafına oturmus, aralarına da halıcı kız oturmus. Burada hem dinlenmeye
    hem de dağ basında niye böyle bir kapı olduğunu düsünmeye baslamıslar. O
    esnada kapı aralanmıs ortada oturan halıcı kız içeri düsmüs. Kapı kızı içeriye
    aldıktan sonra tekrar kapanmıs. Demir kapının ardında içinde her türlü meyve
    ve sebzenin, her türlü bitkinin olduğu bir bahçe, birde büyük kule varmıs.
    Halıcı kız önce bahçeyi gezinmis, dısarı çıkacak yer aramıs, bulamamıs.
    Sonra kuleye girmis. Kulenin kırk odası varmıs. Kız otuz dokuz kapıyı tek tek
    açmıs. Her odada da farklı hazineler, farklı nimetler varmıs. Đlk oda altın
    doluymus, ikinci oda da gümüsler, üçüncü oda da inciler vs. varmıs. Her açtığı
    kapıda kılık kıyafetten tut tasa tarağa kadar her sey bulmus. Kırkıncı kapıyı
    açıp kırkıncı odaya girdiğinde, orada hasta yatan bir yiğit görmüs. Her yeri
    yara bere içinde olan bu yiğidin etrafına sinekler üsüsmüs. Yiğit yarasının
    sızısıyla kendinden geçmis baygın yatıyormus. Elinde de koca bir kilit varmıs.
    Halıcı kız eline bir torba almıs, otuz dokuz odadaki her nimetten, her
    hazineden bir torbaya doldurmus. Kilitle kapıyı açmıs ve anne babasına bu
    torbayı vermis. Anne babasına: “Haydi siz gidin artık, benim basıma gelecek
    buymus.” demis. Anne ve babası ağlayarak oradan uzaklasmıslar.Halıcı kız anne ve babasını yolladıktan sonra bahçeden çesitli bitkiler
    toplayıp yiğidin yarasına merhem yapmıs. Kırkıncı odaya girmis. Otuz dokuz
    gün yiğidin yarasını temizlemis, merhemlemis, etrafına üsüsen sinekleri
    kovalamıs, yedirmis, içirmis bıkmadan usanmadan yiğide bakmıs. Otuz
    dokuzuncu günün aksamı oğlanın merhemi bitmis. Kız oğlanın basına yine
    sinekler üsüsür yarasına kurt atar, mikrop kaptırır diye oğlanın basından ayrılıp
    merhem yapmaya gidememis. O esnada yoldan bir katırcı kervanı
    geçiyormus. Kervanda birde katırcıların genç kızı varmıs. Kız kuleden
    katırcıları çağırmıs: “Ey katırcılar katırcılar! Pelteye tuz katıcılar! Size bir torba
    altın versem su kızı bana halayık olarak verir misiniz?” demis. Katırcılar kabul
    etmis ve kızı halıcı kıza vermisler.
    Halıcı kız, katırcı kızına: “Sen su oğlanın sineklerini kovalaya dur, ben de
    merhem yapıp geleyim.” demis. Katırcı kızını oğlanın basına bırakıp sabaha
    kadar merhem hazırlamıs. Kırkıncı günün sabahı oğlan halıcı kız gelmeden
    uyanmıs basında katırcı kızını görmüs. “Đn misin cin misin basımda neylersin?”
    demis.Katırcı kızı: “Ne inim ne cinim, senin basında sana bakarım, yarana
    merhem sürer sineğini kovalarım, bir de halayığım var dısarıda senin
    merhemini getirmeye gitti.” demis.
    O esnada halıcı kız elinde merhemle içeri girmis. Oğlan kızı görünce katırcı
    kızının dediklerine iyice inanmıs. “Beni bu kız iyi etti” diye onunla evlenmis.
    Katırcı kızına kırk gün kırk gece düğün yapmıs. Katırcı kız böylelikle eve
    hanım olmus. Halıcı kızını da hizmetçi gibi kullanmaya baslamıs. Halıcı kız ne
    desem inanmaz diye yiğide bir sey anlatmamıs, çaresiz basına gelenlere
    katlanmıs. Bu böyle aylarca sürmüs.
    Yiğit bir gün hacca gidecek olmus. Karısına giderken sormus: “Sana
    oradan ne getireyim.” Karısı bir sürü esya, uraba asgal siparis etmis. Halıcı
    kıza da sormus. Halıcı kız: “Bana bir sabır tası ile bir sabır tası getir.” demis.Yiğit yola çıkmıs. Hac vazifesini yapıp dönerken onlarını siparislerini de
    almıs. Yalnız halıcı kızın siparislerini aldığı adam yiğide: “Bunları kime
    aldıysan ardını bos koyma.” demis.
    Yiğit evine geldikten sonra herkesin istediklerini vermis. Halıcı kız sabır tası
    ve sabır bıçağını aldıktan sonra bahçeye çıkmıs, oğlan usulca kızı gözetlemis.
    Kız basına gelenleri sabır tasına ağlaya ağlaya anlatmaya baslamıs. Daha
    lafı bitmeden sabır tası inim inim inleyerek sismeye baslamıs. En sonunda
    sabır tası dayanamamıs, çat diye çatlayıp ortadan ikiye ayrılmıs. Kız: “Ya sabır
    tası, sen bir tas iken dayanamayıp çatladın. Ben insan iken nasıl dayanayım.”
    demis. Sonra sabır bıçağını eline almıs, “Ben nasıl sabredeyim, ben de
    sabredemem artık.” deyip bıçağı karnına saplayacak olmus. O esnada yiğit
    atılmıs, kızın elinden bıçağı almıs kıza: “Niye bunları bana önceden
    söylemedin.” demis.
    Halıcı kızı yanına alıp, katırcı kızına olanları bildiğini söylemis. “Bana yalan
    söyledin, bana iyilik edene sen zulüm ettin. Simdi kırk katır mı, kırk satır mı?”
    diye sormus. Katırcı kız “Kırk satırı ne yapayım? Kırk katır isterim, katırları alır
    köyüme giderim.” demis. Yiğit katırcı kızını kırk katırın ardına bağlamıs, bir de
    katırlara kırbaç vurmus. Katırcı kızı dağa, dala, tasa sürte sürte parçalanmıs.
    Böylelikle kızı cezalandırmıslar.
    Yiğit bundan sonra halıcı kız ile evlenmis. Kırk gün kırk gece düğün
    yapmıs. Halıcı kızın anne ve babasını da köylerinden getirtmis böyle hep
    birlikte ölene kadar mutlu yasamıslar. Onlar ermis muradına, biz çıkalım tadın.
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ

    meryem - 29 Kasım 2014 at 23:26 - Cevapla

    Kurbağa Gelin Ve Padişahın Oğlu Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)

    Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler
    berber iken, ben anamın besiğini tıngır mıngır sallar iken bir padisah yasarmıs.
    Bu padisahın üç oğlu varmıs. Oğlanlar kendi aralarında değnek atmaca oyunu
    oynuyorlarmıs. Padisah oğullarını oyun oynarken görünce kızmıs. “Evlenecek
    yasa geldiniz, hala mı oyun oynuyorsunuz?” demis. Değneklerin düstüğü
    yerdeki kızları alacaksınız demis. Büyük oğlunun attığı değnek baska bir
    padisahın kapısına düsmüs. Padisah diğer padisahın kızı ile büyük oğlunu
    evlendirmis. Ortanca oğlunun attığı değnek vezirin kapısına düsmüs. Padisah
    bu kez de vezirin kızı ile ortanca oğlunu evlendirmis. Küçük oğlunun attığı
    değnek de su kenarında bir deliğe düsmüs. Buradan da bir kurbağa çıkmıs.
    Küçük oğlan “Bu benim nasibimdir Allah bana bunu uygun gördü.” demis ve
    kurbağayı bağrına basmıs.
    Padisahın küçük oğlu avlanmaya çıkmıs. Ava giderken kurbağa karısını
    bir çalının dibine bırakmıs. Aksam döndüğünde burada bir bağ evi ve iki kap
    sıcak as bulmus. Karnını doyurmus, burada sabahlamıs. Ertesi gün yine ava
    çıkmıs. Aksam kaldığı barakaya tekrar geri döndüğünde barakanın yerinde bir
    kösk görmüs. Gün geçmis, bu baraka büyümüs. Saçakları inci kaplı, tavanı
    altından büyük bir saray olmus. Oğlan ne yaptıysa bu isin sırrını öğrenememis.
    Bir sabah kurbağa karısını, saraya bırakmıs. Her zaman ki gibi ava çıkar gibi
    yapmıs ama sarayın arka kapısında dolanıp içeriye saklanmıs. Birde bakmıs ki
    kurbağa karısı üstünden kurbağa postunu atmıs bir güzel kız olmus. Kurbağa
    postunun altından ay parçası kadar güzel bir kız çıkmıs. Oğlan hemen
    saklandığı yerden çıkmıs. Kız bir daha bu posta girmesin diye kurbağa
    postunu ocağa atmıs. Kız, “Ah yiğidim! Az daha sabretseydin, Allah bize daha
    neler verecekti.”demis. Oğlan umursamamıs. Zaten sarayları, hanları,
    hamamları ile zenginliği fazlasıyla yetiyormus. Oğlanın bu durumunu üvey
    annesi olan padisah karısı çekemez olmus. Padisahı oğluna karsı kıskırtmıs.
    Her defasında “Bu çocuk senin yerine geçecek senden daha zengin ve daha
    itibar sahibi olacak sen en iyisi onu öldür.” diyerek padisahı oğluna karsı kıskırtıyormus. Padisah bir gün üvey annenin tavsiyesi ile oğluna: “Ya bana
    devlerin bahçesindeki elmayı getireceksin ya da boynuna cellât çağıracağım.”
    demis. Aslında oğlunu öldürmek için ortam olusturuyormus.
    Oğlan babasının bu isteğini nasıl yerine getireceğini kara kara
    düsünürken, karısı yanına gelmis. Oğlana: “Benim çıktığım delikte dört değnek
    var en büyüğünü kırarsan babam, onun küçüğünü kırarsan büyük ağabeyim,
    onun küçüğünü kırarsan ortanca ağabeyim, onunda küçüğünü kırarsan küçük
    ağabeyim çıkar. Sen o deliğe var en büyük çubuğu kır. Babam çıkınca derdini
    anlat o halleder.” demis.
    Oğlan deliğe varmıs, en büyük çubuğu kırmıs. Kızın babası ortaya
    çıkmıs. Oğlan her seyi kaynatasına anlatmıs. Kızın babası gitmis hemen
    elmayı almıs getirmis. Oğlan sevinerek babasının sarayına gitmis ve elmayı
    babasına vermis. Üvey annesi bu duruma çok sinirlenmis. “Bu oğlanı ne
    yapsam da öldürsem.” diye düsünmeye baslamıs. Bir gün padisaha: “Söyle
    oğluna yarına kadar askerlerimizi doyurmak için kazanlar dolusu yemek
    hazırlasın yapmazsa boynuna cellât çağıralım.” demis.
    Padisah bunu da oğluna söylemis. Oğlan yine kara kara düsünürken
    karısı yanına gelmis, “Benim çıktığım deliğe git ikinci çubuğu kır, büyük
    ağabeyim bize bir çare bulur.” demis.
    Nasıl olduysa sabaha kadar kus sütü eksiksiz sofralar kazanlar dolusu yemekler hazır olmus. Oğlan bütün askerleri doyurmus ve bu dertten de
    kurtulmus. Kurtulmus kurtulmasına ama üvey annesi yine bir seyler
    düsünmeye baslamıs. Bu seferde oğlandan kırk kurnalı bir hamama bir
    gecede yapmasını istemisler. “Eğer bir gece içinde kırk kurnalı bir hamam
    yapıp bize teslim etmezsen, boynuna cellât çağırırız.” Demisler. Oğlan yine
    kara kara düsünürken karısı: “ Yine benim çıktığım deliğe git üçüncü çubuğu
    da kır, ortanca ağabeyim derdimize çare bulsun.” demis. Oğlan yine karısının
    söylediklerini yapmıs. Ortanca ağabey de ortaya çıkmıs, oğlan derdini anlatmıs. Ortanca kardes: “Üzülme yaparız.” demis ve sabaha kadar kırk
    kurnalı hamam tamam olmus. Oğlan hamamı babasına teslim etmis.
    Arada zaman geçmis, padisah yine karısının aklı ile oğluna: “Dedenin
    öldüğü zaman parmağında kıymetli bir yüzüğü vardı. Git o yüzüğü bu getir.
    Buldun buldum, bulamadın boynuna cellât.” demis.
    Oğlan yine kara kara düsünürken karısı gelmis. “Git küçük kardesimi de
    çağır ama bu is böyle sürerse artık baska çaremiz kalmaz.” demis. Oğlan
    çaresiz yine deliğe gitmis son çubuğu da kırmıs ve kızın en küçük ağabeyini
    de çağırmıs. Ona da derdini söylemis. Küçük ağabey de “Tamam hallederiz.”
    demis. O sırada yer yarılmıs. Kızın en küçük ağabeyi oğlanı yanına almıs
    birlikte yerin dibine doğru inmeye baslamıslar indikleri yerde karsılarına bir
    cami çıkmıs. Kızın abisi oğlana: “Bak surada abdest alan adam senin deden
    parmağında da o yüzük var ondan iste.” demis. Oğlan dedesinin yanına gitmis
    elini öpmüs ona olanları anlatmıs: “Üvey annem ile babam beni çekemiyorlar.
    Onun için benden hep zor seyler istiyorlar yapmazsan öldüreceğiz diyorlar
    simdi de senin parmağındaki yüzüğü istiyorlar.” demis. Dedesi parmağındaki
    yüzüğü çıkarıp oğlana vermis. Demis ki “Oğlum ben annen ile babanı iyi bilirim
    onların gözü doymaz. Onlara var de ki “Merdiven altında bir büyük küp var. Bu
    küpün için altın dolu küpün ağzında büyük bir kapak var. Yanlarında kimse yokken buraya gitsinler orayı kazıp küpü çıkarsınlar ama bunları yaparken
    kapıyı iyice kapatsınlar.” demis.
    Oğlan dedesinin söylediğinden bir sey anlamamıs ama dediklerini
    yapmıs. Elinde yüzükle babasının yanına gitmis. Babası yüzüğü görünce çok
    sasırmıs oğluna: “Nasıl buldun bunu?” demis. Oğlu: “Dedemi gördüm” demis.
    Sonra babasına dedesinin söylediklerini anlatmıs: “Merdivenin altını
    kazarsanız karsınıza büyük bir küp çıkacakmıs. Küpün içi altın doluymus.
    Bunu çıkaracakmıssınız. Yalnız oraya giderken sadece ikiniz gidecekmissiniz
    ve kapıları sıkıca kapayacakmıssınız.” demis.Karı koca oğlanın dediklerine çok sevinmisler. Oğlan gider gitmez
    kapıları sıkıca kilitleyip merdivenin altını hırslı hırslı kazmaya baslamıslar.
    Küpü bulmuslar. Hemen küpün ağzını açmıslar küpün ağzını açtıkları anda
    küpten bir alev fıskırmaya baslamıs, bu ates bir anda aç gözlü karı kocayı
    yakıp kül etmis. Böylelikle padisah ve karısı cezalarını bulmuslar. Oğlan bu
    sayede onların derdinden kurtulmus ve karısıyla mutlu bir hayat sürmüs.
    Onlar ermis muradına biz çıkalım tadına. Gökten bir elma düsmüs yarısı
    anlatanın
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ

    meryem - 29 Kasım 2014 at 23:29 - Cevapla

    Hortlak Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)

    Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler
    berber iken, ben anamın besiğini tıngır mıngır sallar iken bir padisah yasarmıs.
    Bu padisahın üç güzel kızı varmıs. Padisah bir gün büyük kızını evlendirmeye
    karar vermis. Her yere tellallar yollamıs haber salmıs. Demis ki: “Her kim
    benim sorduğum suali bilir, doğru cevabı verirse büyük kızımı ona vereceğim.”
    Bu fermanı duyan herkes sarayın önünde toplanmıs. Padisah ince garip
    bir deriyi bir duvara astırmıs. Evlenmeye niyetli olan yiğitlere sormus. “Bu ne
    derisidir? Her kim ki bunu bilirse büyük kızımı almaya hak kazanacaktır.”
    Bunun üzerine yiğitler sırasıyla cevaplamıs. Kimisi deve derisi, kimisi öküz
    derisi, kimisi esek derisi…” demis. Kim ne derse desin kimse doğru cevabı
    bilememis. O esnada o diyarda yasayan ve her türlü canlının kılığına girebilen
    hortlak oradan geçiyormus. Kalabalığa bakmıs insan kılığında ne olduğunu,
    neden onca insanın orada toplandığını anlamak için oradakilere sormus:
    “Neden bu insanlar buraya toplandı?” Kalabalıktan biri cevaplamıs. Padisah
    duvara bir deri astı. Her kim ki bu derinin ne derisi olduğunu bilirse, padisah
    büyük kızını onunla evlendirecek. Simdiye kadar kırk yiğit kırk ayrı cevap verdi
    ancak kimse onun ne derisi olduğunu bilemedi.
    Bunun üzerine hortlak deriye bakmıs ve padisaha “Bunda bilemeyecek
    ne var? Bu bir bit derisidir. Sen biti kaynar suda sisirmis, sonra derisini
    yüzdürüp buraya asmıssın.” Padisah adamın doğru cevabı vermesine
    sasırmıs. Ancak söz verdiği için kim olduğunu ne olduğunu bilmediği bu
    adama kızını vermis.
    Kırk gün kırk gece düğünden sonra hortlak padisahın büyük kızını almıs
    ve kendi yasadığı evine götürmüs. Hortlağın kırk odalı koskoca bir saray
    varmıs. Padisahın kızına demis ki “Bu evin kırk odası var. Her oda da ayrı
    nimet var. Her ne diler ne istersen bu odalarda bulabilirsin. Yalnız ne olursa
    olsun kırkıncı odanın kapısını açma demis. Kız insan kılığındaki bu adamın
    dediklerini dinlemis. Đlk oda da altınlar, ikincide gümüsler, üçüncüde inciler,
    yakutlar, mücevherler… vs. varmıs. Kız otuz dokuz gün sabretmis merakını
    yenmis kırkıncı odaya bakmamıs. Kırkıncı gün sabredememis ve kırkıncı
    odanın kapısını açmıs. Birde bakmıs ki kırkıncı odanın kapısı bir mezarlığa
    açılıyor. Kocası da bir mezardan bir cesedi çıkarmıs cesedin, ciğerini yiyor. Kız
    korkuyla kapıyı kapattığı gibi oradan uzaklasmıs. Ardından da kocası gelmis.
    Karısına dönerek “Ben sana kırkıncı kapıyı açma demedim mi?” demis. Kız ne
    kadar “Açmadım, ben o odaya girmedim.” dese de yüzü korkudan sapsarı
    olduğu için elleri ayakları korkudan titrediği için hortlak ona inanmamıs ve
    karısını kırkıncı odaya kapatmıs.
    Hortlak daha sonra padisaha gitmis, “Ne çürük kızın varmıs evliliğimizin
    kırkı çıkmadan hastalandı öldü. Ben karısmam söz verdin bana simdi de
    ortanca kızını vereceksin.” Padisah buna razı gelmemis. Fakat ablasının
    basına ne geldiğini öğrenmek isteyen ortanca kızının isteği üzerine ortanca
    kızını da hortlağa vermis. Hortlak yine kırk gün kırk gece düğün sonrasında
    ortanca kızı gelin almıs ve sarayına götürmüs. Ona da aynı seyleri söylemis.
    Ortanca kız da ablası gibi otuz dokuz gün sabrederek kırkıncı kapıyı açmamıs.
    Fakat kırkıncı gün merakına yenik düserek kırkıncı kapıyı aralamıs. Kapının
    aralığından bir bakmıs ki ne görsün. Hortlak ablasının kalbini yiyormus.
    Korkuyla hemen oradan uzaklasmıs. Hortlak o anda karısını görmemis. Ancak
    yanına gittiğinde karısının halinden kırkıncı kapıyı açtığını olanları gördüğünü
    anlamıs. Karısına “Ben sana kırkıncı kapıyı açmayacaksın demedim mi?
    Senin sonunda ablan gibi olacak.” demis. Karısı her ne kadar inkâr etse de
    yüzünün sarılığı ellerinin ayaklarının titremesi onu ele vermis. Hortlak ortanca
    kızı da kırkıncı odaya hapsettikten sonra saraya padisahın yanına gitmis ve
    padisaha demis ki: “Ne çürük kızın varmıs evliliğimizin kırkı çıkmadan
    hastalandı öldü. Ben karısmam söz verdin bana simdi de küçük kızını da
    vereceksin.”
    Padisah yine razı gelmemis fakat ablalarının basına geleni öğrenmek
    isteyen küçük kızının isteği üzerine küçük kızını da hortlağa vermis. Hortlak
    yine kırk gün kırk gece düğün sonrasında küçük kızı gelin almıs ve sarayına
    götürmüs. Ona da aynı seyleri söylemis. Küçük kız da ablaları gibi otuz dokuz
    gün sabrederek kırkıncı kapıyı açmamıs. Fakat kırkıncı gün merakına yenik
    düserek kırkıncı kapının deliğinden kırkıncı odaya bakmıs. Orada hortlağı
    ablasının böbrekleri yerken görmüs. Hemen oradan uzaklasmıs. Hortlak o
    anda kızı görmemis. Ancak yanına gittiğinde karısının halinden kırkıncı kapıyı
    açtığını olanları gördüğünü anlamıs. Karısına “Ben sana kırkıncı kapıyı
    açmayacaksın demedim mi? Senin sonunda ablaların gibi olacak.” demis.
    Karısı her ne kadar inkâr etse de yüzünün sarılığı ellerinin ayaklarının titremesi
    onu ele vermis. Kız sonun kaçınılmaz olduğunu anlamıs ve bir hile düsünmüs.
    “Peki, haklısın ben senin yapma dediğini yaptım benimde sonum onlar gibi
    olsun fakat ben bugün çok is gördüm çok yoruldum çok terledim çok kirlendim
    izin ver önce hamama gidip temizleneyim sonra beni de yersin.” demis.
    Hortlak kızın bu söylediklerine inanmıs. Onu hamama götürmüs ve
    karısını hamama bıraktıktan sonra yine insan kılığında hamamın kapısında beklemeye baslamıs. Hamama giren kız korkudan üzerini bile çıkarmadan
    hamamın içerisinde o kurnadan diğerine dört dönüyormus. Kızın bu
    yaptıklarını gören hamamcı kadın: “Kızım senin bir derdin var derdin neyse
    söyle de bir hal çaresine bakalım.” demis. Kız basına gelenleri bir bir hamamcı
    kadına anlatmıs. Kadın bir hile düsünmüs demis ki: “Sen al benim kıyafetlerimi
    giy ben simdi seni buradan çıkaracağım. Buradan çıkınca padisah baban
    senin derdine bir hal çare bulur.” Hemen oradaki birkaç kadınla daha anlasmıs
    kadını onlara tasıtarak içerden bağırmıs hasta çıkıyor hasta çıkıyor çekilin
    kargasadan dolayı hortlak olanları anlamamıs. Kız oradan çıkar çıkmaz
    babasının sarayına kosmus. Babasına olanları anlatmıs. Babası hemen sarayı
    kusatmıs ve kızına “Korkma o hortlak bu kapıdan içeriye giremez.” demis.
    Kız saraydayken hortlak kızı hamamda sanarak aksama kadar orada
    beklemis. Aksam hamamda kimse kalmadığını anlayınca hamamcı kadına
    karısını sormus. Kadın gel gir bak içerde kimse kalmadı demis. Hortlak içerde
    kimsenin olmadığını görünce içerde çıkan hastanın karısı olduğun anlamıs.
    Karısının babasının saraya gittiğini tahmin etmis saraya varmıs içeriye insan
    kılığında giremeyeceğini anlamıs. Tam o esnada sarayın sığır sürüsü sarayın
    kapısına gelmis. Hortlak hemen bir sığır kılığına girmis ve sürünün arasına
    karısmıs. Sürüyle birlikte içeri girmis. Kız sürünün içindeki hortlağı bakısından
    tanımıs. Babasına odasına çıkan merdivenin basına iki aslan bağlatmıs. Gece
    ha geldi ha gelecek diye hortlağı beklemeye baslamıslar. Hortlak sabaha
    kadar ortaya çıkmamıs. Sabaha doğru herkes uyuya kaldığında kızın basına
    varmıs. Ama kızın basına gelmeden önce saraydaki herkesin ruhunu emmis
    bir siseye doldurmus. Kız basında hortlağı görünce bağırmıs çağırmıs annesini
    babasını askerleri çağırmıs ama herkes cansız yatıyormus. En son anlamıs ki
    kurtulusu yok hortlağa teslim olmus. Hortlak kızı almıs saraydan ayrılacakken
    kızın aklına bir hile gelmis. Sen önden git ben arkandan gelirim nasılsa kaçar
    yolum yok demis. Hortlak bunu kabul etmis. Tam merdivenden inerken kız
    eline geçirdiği satırı hortlağın basına vurmus. Hortlak kendine gelemeden merdivenin basında bekleyen aslanlar onu parçalamıs. O esnada elindeki sise
    kırılmıs ve herkesin ruhu bedenlerine geri dönmüs. Hortlak orada yok olmus
    kız ailesiyle birlikte mutlu huzurlu bir ömür sürmüs.
    Onlar ermis muradına biz çıkalım tadına. Gökten bir elma düsmüs yarısı
    anlatana.
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ

    meryem - 29 Kasım 2014 at 23:33 - Cevapla

    Seyit ile Eyüp Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)

    Bir varmıs bir bir yokmus evvel zaman içinde Seyit diye bir oğlan
    varmıs. Seyit’in annesi babası, Seyit daha küçükken ölmüsler. Seyit’i de dayısı
    Eyüp ile büyütmüs. Seyit bu yüzden dayısını çok sever, babası gibi görürmüs.
    Seyit’in dayısı çok düzenbaz bir karısı varmıs, Seyit yengesinin bu
    huyunu bilir onu pek sevmezmis, ancak dayısına da bir sey söylemezmis,
    zaten Seyit’in dayısı biraz saf biriymis. Hem saf hem yufka yürekli olduğundan
    kimseden kötülük ummazmıs, herkese iyi niyetli davranırmıs. O yüzden
    karısından da kötülük ummazmıs.
    Onun huyunu bilen karısı Eyüp’ün ardından türlü oyunlar çevirirmis.
    Evde hiçbir is yapmaz, yemek as pisirmezmis. Her gün hastayım der, is
    yapmamak için hastalığı bahane edermis. Kadın gündüzleri sepit(yufka) açar
    kuruturmus. Kuruttuğu sepitleri çarsafının altına dizermis. Sağa sola döndükçe
    sepitler çıtır çıtır kırılırmıs. Kocasına da; “Ben ölüyorum, ben çok hastayım her
    yanlarım dökülüyor.” diye dert yanarmıs.
    Seyit yengesinin bu söylediklerine hiç inanmazmıs. Bir düzenbazlık
    vardır diye yengesini gözlermis.
    Bir gün eve saklanmıs, yengesini gözetlemeye baslamıs, dayısı Eyüp
    evden çıkar çıkmaz sözde hasta olan yengesi ayaklanmıs, bir güzel süslenmis püslenmis. Sonra çesit çesit yemekler, tatlılar, helvalar pisirmis. Amcasının
    oğlunu eve almıs, bunları birlikte bir güzel yemisler. Zaten kadının gönlü
    amcasının oğlunda imis, ama zengin diye Seyit’in dayısı ile evlenmis. Meğer
    kadın er gün böyle yapar, amcasının oğlunun isini görür, Eyüp’ün evinde ne
    var ne yoksa amcaoğluna pisir yedirmis. Kocasına da, “Ben hastaydım is
    yapamadım, as yapamadım.” dermis.
    O gün aksam da kadı yine aynı seyi yapmıs. Kocasına “Ben bugün de
    iyi olamadım, yemek as yapamadım.” demis.
    Seyit hemen kurnazlık edip bir hile düsünmüs. Seyit yengesine: “Yenge
    çay deresinin dibinde bir hacet kavağı varmıs, bu kavak dertlilerin derdini
    dinlermis varsa derdinin çaresini söylermis. Sen yarın en iyisi bu kavağa git,
    derdini söyle. Senin bu hastalığının sifası, varsa öğren, derdine çare bulalım.”
    demis.
    Yengesi Seyit’e inanmıs, ertesi gün Seyit erkenden kavağın olduğu yere
    gitmis, kavağın tepesine çıkmıs, yengesinin gelmesini beklemis.
    Kadın bir müddet sonra kavağın dibine gelmis. Kavağa bakmıs ve
    “Hacet Kavağı” diye üç kere seslenmis. Seyit yukardan cevap vermis: “Buyur
    gelin ne istersin, derdin ne?” kadın ses kavaktan geldi, bu gerçekten hacet
    kavağıymıs benim derdime de çare olur diye baslamıs kavağa derdini
    anlatmaya: “Hacet kavağı, hacet kavağı, söyle hele Eyüple Seyit ölür de ben
    amcamın oğluyla kalır mıyım?” Yukardan yine Seyit cevap verir: “Ölürler gelin
    ölürler, kalırsın gelin kalırsın.”
    Kadın hacet kavağından haber aldım sanarak sevinmis ve evine gitmis.
    Aksam Eyüp karısına: “Seyit’in dediği kavağa vardın mı ne dedi?” demis.
    Kadın: “Vardım, iyi olabilecek miyim size ekmek as pisirebilecek miyim diye
    sordum o da bana “iyi olacaksın gelin,iyi olacaksın” dedi demis. Eyüp her
    seyden habersiz olduğu için karısının iyi olacağına pek sevinmis.Kadın bir gün Eyüp’ün kümesindeki en büyük kazı amcasının oğluna
    kestirmis. Adam kadına “Bunu güzelce pisir, ben tarlaya çifte gidiyorum, öğle
    yemeğine kazı pisir oraya getir. Benim öküzün sırtı ala renklidir. Beni
    göremezsen öküzün yanına koy git yemeği” demis.
    Yengesi ile adam konusurken Seyit de bunları dinliyormus. Hemen
    tarlaya dayısının yanına varmıs, dayının ak sarığını öküzün sırtına bağlamıs,
    öğleyin yengesi tarlaların olduğu ye varmıs, uzaktan Eyüp’ün öküzünü
    amcasının oğlunun öküzü sanmıs. Yemeği bırakırken Eyüp ile Seyit’i görmüs.
    Düzeni ortaya çıkmasın diye: “Çocuklar büyük kazın ayağına tas atıp kırdılar,
    ben de kestirdim, pisirip size getirdim.” demis.
    Dayı yeğen sevinerek yemeği yemisler. Kadın ertesi gün yine amcasının
    oğlu ile anlasmıs. Kadın bir tepsi baklava yapacakmıs. Amcasının oğlu
    tarlasına varan yola saman dökecekmis. Kadın da samanları takip edip,
    amcasının oğlunun yanına gidecek, orada baklavayı yiyeceklermis. Seyit
    onların bu planlarını duymus. Adam samanları döktükten sonra onun döktüğü
    samanları dağıtmıs ve kendi tarlalarına giden yola saman dökmüs. Kadın
    sevdiğinin yanına gidiyorum sanarak elinde bir tepsi baklava ile kocası ve
    yeğeninin yanına varmıs. Yolun sonunda kocası ve yeğenini görünce düzeni
    ortaya çıkmasın diye yine bozuntuya vermemis. “Size baklava yaptım.” deyip baklavayı yedirmis.
    Bir süre sonra Eyüp’le Seyit’in yine tarlaya gittiği bir gün kadın yine adamı
    eve almıs. Seyit o gün de gizlice eve girmis. Bakmıs ki yengesi mutfakta helva
    yapıyor, yatakta da bir adam yatıyor. Yengesi önce koskoca bir tava yağı
    ocağa koymus, sonra tavana un almaya çıkmıs. Yengesinin tavana çıkmasını
    fırsat bilen Seyit sinirle hemen ocaktaki kızgın yağı almıs ve yatakta yatan
    adamın kulağına dökmüs. Adam oracıkta ölmüs kalmıs. Adamın kulağına ne
    olduğu anlasılmasın diye kulağını kesmis sonrada oradan uzaklasmıs.
    Tavandan inen yengesi adamı oracıkta ölü yatar bulmus. Suç bana kalmasın diye hemen dısarı çıkarıp adamın ölüsünü bir kavağın dibine atmıs. Cenazeyi
    baskaları bulmus. Cenazenin kalkacağı gün kadın cenazeye gitmek
    istememis. Seyit’in aklına bir düzen gelmis yengesine: “Yenge sende
    cenazeye git, amcasının oğlunun cenazesine gelmedi diye seni ayıplarlar,
    basına kara yazma tak da seni üzüldü bilsinler” demis.
    Kadın Seyit’in lafına kanmıs. Seyit yengesine cenazeye gitmeden önce kar
    bir yazma vermis, yazmanın ucuna da adamın kesik kulağını bağlamıs.
    Yengesi bunu görmemis. Yengesine: “Yenge oraya varınca yazmanı paralaya
    paralaya ağla, bir taraftan da “musuma bak musuma, basımdaki isime” diye
    feryat et ki senin ne kadar üzüldüğünü anlasınlar” demis.
    Kadın düsünmüs, çok feryat figan ederse kimse benden süphelenmez diye
    cenazeye gitmis. Baslamıs orda kendini paralamaya, bir taraftan da Seyit’ten
    ağıt diye öğrendiği lafları söylemeye: “Musuma bak musuma, basımdaki ise.”
    Kadın bunları söylerken herkes ne diyor ki diye kadının basına bakmıs.
    Kadın bir taraftan bunları söylerken basındaki yazmasını da paralıyormus. O
    esnada yazmadan adamın kulakları düsmüs. Cenazeye gelen ahali,
    cenazenin kulaklarının kadından düstüğünü görünce adamı kadın öldürdü
    sanmıslar. Kızgınlıkla kadını orada parça parça etmisler. Kadın ölünce Eyüp
    ile Seyit selamete ermisler. Seyit de dayısı Eyüp de is bilir becerikli namuslu
    kadınlarla evlenmisler, mutlu bir ömür sürmüsler.
    Sabır Masalı
    Bir varmıs bir yokmus, köyün birinde bir karı koca yasarmıs. Bu karı
    kocanın yıllarca hiç çocukları olmamıs, her ikisi de yıllarca Allah’a dua
    etmisler, yine de çocukları olmamıs. Adam köyde imamlık yaparmıs. Kendi
    kendine düsünmeye baslamıs: “Ben bu yasıma kadar dua ettim, her ibadetimi eksiksiz yaptım, Allahtan buna karsılık ne mal ne mülk istedim, yalnız bir
    çocuk istedim, Allah bunu bana vermedi. Ya ben dua etmeyi bilmiyorum ya da
    ben Allah’ın duasını kabul ettiği kullardan değilim.” Adam böyle günlerce
    düsünmüs. İçi içini yemis o zamanlar en büyük hocalar en büyük evliyalar,
    ulemalar İstanbul’daymıs. Adam düsünmüs, tasınmıs; “Ben en iyisi İstanbul’a
    gideyim orda dua etmeyi öğreneyim de Allah bana bir çocuk versin” demis.
    Karısına bu düsüncelerini söylemis. Karısı, kocasına “Sabret biraz daha gitme,
    Allah bir gün bize bir çocuk verir.” dese de adam, “Ben da etmeyi bilmiyorum,
    dua etmeyi öğrenip geleceğim.” demis.
    Adam sonunda karısını ikna etmis ve İstanbul’a gitmis. Orada sora sora
    oranın en büyük evliyasını bulmus. Ona derdini anlatmıs. Evliya demis ki:
    “Duanın en büyük sırrı sabırdır. Sen sabır etmeyi bilmiyorsun. Burada benim
    yanımda yirmi sene kalabilirsen bu sırrı öğrenirsin.” demis.
    Adam kabul etmis. Yirmi sene boyunca evliyanın yanında onunla birlikte
    dua etmis, ibadet etmis, yirmi senenin sonunda “Ben bunca zaman sabrettim,
    artık dua etmeyi biliyorum” diyerek, evliyadan müsaade alıp köyüne gitmek
    üzere yola çıkmıs. Yolda giderken karsısına bir garip yolcu çıkmıs. Yolcu
    adam sormus:
    - Nerden gelip, nereye gidersin?
    Adam:
    - Ben dua’nın sırrını öğrenmek için İstanbul’un en büyük evliyasına gittim ondan
    duanın sırrını öğrendim simdi köyüme gidiyorum, demis
    Yolcu:
    - Peki, öyle büyük bir evliyanın yanında kalmıssın duan sırrını öğrenmissin de
    peki Kuran’ın sırrını öğrenebildin mi?
    Adam düsünmüs tasınmıs, Kuran’ın sırrını bilememis. Ne söylediyse yolcu
    kabul etmemis. Adam “Bunca sene bir evliya yanında der aldım. Kuran’ın
    sırrını öğrenememisim, Kuran’ın sırrını bilmeyenin duası kabul olmaz.” diye
    düsünmüs. Yolcu sormus:
    - Peki, Kur’an’ın sırrı ne?
    Yolcu:
    - Sana bunu söylerim ama iki sene benim yanımda hizmetkârlık yapacaksın.
    Ancak bu sartla sana bu sırrı öğretirim.
    Adam düsünmüs, tasınmıs, duasının kabul olup çocuğunun olmasını
    çok istediği için çaresiz kabul etmis. Đki sene adamın yanında çalısmıs, adamın
    her isine bakmıs. Đki sene sonunda adam Kur’an’ın sırrını sormus. Adam
    “Kur’an’ın sırrı sabırdır.” demis. Cevabını aldıktan sonra efendisinden
    müsaade alıp köyüne gitmek üzere yola çıkmıs.
    Adam sabah ezanına yakın köyüne gelmis. Köyüne gelir gelmez evine
    kosmus, evine girmeden önce evin camından bir bakmıs ki ne görsün! Karısı
    genç bir oğlanla yatakta yatıyor. Adam sinirlenmis, eline silahını almıs, o sinirle
    hem karısını hem de genç adamı öldürmeye karar vermis. Tam tetiği çekeceği
    sırada aklına yirmi iki senede öğrendiği sır gelmis. “Hem Kur’an’ın hem de
    duanın sırrı sabırmıs. Ben sabredip önce bir isin aslını öğreneyim.” demis.
    O sırada kadın kalkmıs. Kocasını görmeden yanındaki genç adamı
    uyandırmıs. Oğluna: “Oğlum, oğlum hadi kalk sabah ezanı okunuyor. Namaz
    kılıp dua edelim de baban dönsün, seni görsün.” demis.
    Meğer o genç adamın çocuğuymus. Adam gittiğinde meğer karısı
    hamileymis. Adam İstanbul’a gittikten sonra çocuk doğmus. Adam o zaman
    sabretmeyi öğrendiğine çok sevinmis. Hemen evine girmis, baba oğul
    konusmuslar. Karısına basına gelenleri anlatmıs. Karısı: “Gördün mü her seyin
    sırrı sabırmıs.” demis.O günden sonra sabretmenin önemini bilerek, çok mutlu bir ömür
    sürmüsler. Onlar ermis muradına biz çıkalım tadına.
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ

    meryem - 30 Kasım 2014 at 10:57 - Cevapla

    Adil ile Gıdil Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)

    Bir varmıs bir yokmus, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde Adil ile
    Gıdil adında iki deli karı koca varmıs. Kız anne babasının kahrından,
    deliliklerinden usanmıs, uzak bir köye gelin gitmis. Kızları gelin gittiği gün,
    oğlan tarafı kız evine bir koyun kesip yollamıs. Adil ile Gıdil kızları gelin
    gittikten sonra bu koyunu pisirmisler, bir de sıcak ekmek yapmıslar sofraya
    koymuslar, tam yiyecekleri zaman bakmıslar ki sofrada kızları yok. Gıdil
    kocasına “Kalk kızı getirelim de beraber yiyelim, kız olmadan boğazımdan
    geçmez bu et” demis. Adil de karısına hak vermis. Kızlarını et yemeye
    çağırmak için yola çıkmıslar. Evden çıkarken kapıyı kilitlemisler, anahtarı da
    kapının önündeki tasın altına bırakmıslar. O sırada karsılarına bir Çingene
    çıkmıs. Adil Çingene’ye: “Ay Çingen karısı, sakin bizim eve gitme, evin
    önündeki tası kaldırma. Orada evin anahtarı var. Sakın anahtarı da alıp da eve
    girme, eve girip de sofradaki eti, ekmeği yeme.” demis. Çingene Adil’e bakıp
    içen içe gülmüs: “Yok, be, ben neyleyim sizin ekmeğinizi etinizi.” demis.
    Adil ile Gıdil Çingeneye bu öğüdü verdikten sonra yola çıkmıslar. Onlar
    yola çıkar çıkmaz Çingene eve girmis eti ekmeği yemis, anahtarı tekrar yerine
    koyup oradan uzaklasmıs.
    Adil ile Gıdil iki gün yol gittikten sonra kızlarının yanına varmıslar.Kızları onları gördüğüne sevinmemis ama misafirdir diye kabul etmis. Hep
    birlikte yemis içmisler. Sonra da gece Adil ile Gıdil kızlarında kalmıslar.
    Gece Gıdil’i uyku tutmamıs. Uyanmıs kızının mutfağına girmis bakmıs,
    dağınık görmüs. Kocasını uyandırmıs, ikisi birlikte mutfakta ne kadar kap
    kacak var ise hepsini indirmisler, yıkayacağım, yerlestireceğim diye kapları
    kırmıslar, mutfağı karman çorman yapmıslar. Ondan sonra gidip yatmıslar.
    Sabah kız uyanmıs bir bakmıs ki her yer alt üst olmus. Sinirlenmis
    öfkelenmis ama kocası “Misafirdirler ses etme hatırlarını kırma.” demis.
    Ertesi gün yine aksam yemeğini yemisler ve yatmıslar. Gece yine Gıdil’i
    uyku tutmamıs. Kocasını uyandırmıs. Bahçeye çıkmıslar o arada kümesi
    görmüsler. Kümese girmisler. Bir yığın tavuk. Almıslar ellerine yemleri bol bol
    dökmüsler. Tavuklar tünedikleri için hiç biri yemeğe bakmamıslar. Bu sefer de
    kızmıslar: “Siz bizim verdiğimiz yemi nasıl yemezsiniz?” deyip bütün tavukları
    öldürmüsler. Sonra gidip yatmıslar.
    Ertesi gün kızları kalkmıs sabah kümese tavukları yemlemeye
    girdiğinde bir bakmıs ki bütün tavuklar ölmüs. Bu kesin annemin babamın isidir
    diye bağıracak olmus ama kocası engellemis. “Misafirdirler, gönüllerini kırma.”
    demis. Kız yine kocasının hatırına susmus.
    Üçüncü günün gecesi yine Adil ile Gıdil’in uykusu kaçmıs, yine bahçeye
    çıkmıslar bu defa koyunlar gözlerine ilismis. Koyunların biri dısında hepsi gevis
    getiriyormus. Adil ile Gıdil gevis getiren koyunları sakız çiğniyorlar, o tek
    koyuna da vermedikleri için o koyunun küsüp yattığını sanmıslar. Her koyunun
    ağzından yediğini çıkarmaya çalısmıslar, bakmıslar olmuyor, kızıp bütün
    koyunları kesmisler. Sonra yatıp uyumuslar. Sabah kızları kalkmıs bakmıs ki,
    koyunların hepsi ölmüs. Bu sefer dayanamamıs annesine: “Anne siz eve gidin
    yemeği ası ısıtın ben geleyim de hep beraber yiyelim.” demis. Böylelikle anne
    babasını basından savmıs.
    Anne babası yola çıkmıslar iki gün yol gittikten sonra eve varmıslar,
    bakmıslar ki etin yerinde yeler esiyor. Düsünmüsler, tasınmıslar “Bu isi
    Çingene yapsaydı anahtar yerinde tasın altında olmadı” demisler. O arada bir
    sinek tasın üstüne konmus. Adil karısına “Bu isi yapsa yapsa bu sinek
    yapmıstır” demis. Ellerine kazma kürek almıslar sineğin pesine düsmüsler.
    Sinek cama konmus oraya vurmuslar, sinek duvara konmus oraya vurmuslar.
    Sineğin konduğu yere vura vura evi talan etmisler. En sonunda sinek Gıdil’in
    burnuna konmus. Gıdil Adil’e bağırmıs. “İste, iste!” Adil bunun üzerine kazmayı
    almıs Gıdil’in burnuna vurmus. Gidi oracıkta ölmüs.Ertesi gün cenaze kalkacak olmus. Cenazeyi yıkamak için Adil’den su
    getirmesini istemisler. Adil su getirmek için testiyi aramıs aramıs bir türlü
    bulamamıs. O esna da hoca karısının öteki dünyaya göçtüğünden
    bahsediyormus. Adil bunu duymus, kendi kendine : “Ben kendi kendime bir
    kosu öteki dünyaya varıp geleyim de Gıdil’den testinin yerini öğreneyim.”
    demis.
    Evin damına çıkmıs sözde öteki dünyaya varıp gelmek için kendini
    damdan asağı atmıs. O da oracıkta ölmüs.
    Bu iki akılsız böylece akılsızlıklarının cezasını bulmuslar, öteki dünyada
    da birbirlerine kavusmuslar. Bu masal burada bitmis.
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ

    meryem - 30 Kasım 2014 at 11:00 - Cevapla

    Avcı Mehmet Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)

    Bir varmıs bir yokmus. Evvel zaman içinde, avcı Mehmet diye bir adam
    varmıs. Bu adam her gün ava gider avlanır, bu sekilde evine ekmek getirir,
    karısının ve iki oğlunun geçimlerini sağlarmıs.
    Bu böyle yıllarca devam etmis. Fakat bir zaman sonra Mehmet avdan
    eli bos ve beti benzi sararmıs olarak dönmeye baslamıs. Karısı üç bes gün ses
    etmemis, sormamıs. Birgün kocasına sormus:
    - Mehmet sana ne oluyor da her gün böyle betin benzin sararmıs eve
    dönüyorsun?
    Mehmet:
    - Sorma basıma gelenleri ben her ava çıkısımda garip garip sesler duyuyorum.
    Korkudan elim ayağıma dolasıyor. O yüzden hiçbir sey avlayamadan
    dönüyorum, demis.Karısı tekrar sormus:
    - Peki ne duyuyorsun?
    Mehmet:
    - Yankılı bir ses bana “Ey Mehmet! Senin basına bir dert gelecek. Bu derdi
    gençlikte mi çekersin ihtiyarlıkta mı?” diyor, demis.
    Karısı düsünmüs tasınmıs Mehmet’e: “ Sen o sesi yarın duyunca, o dert
    bana gelecekse gençliğimde gelsin, ihtiyarlıkta çekemem de.” demis.
    Mehmet ertesi gün ava gitmis ve yine o sesi duymus. Sesi duyar
    duymaz cevap vermis; “Benim basıma bir dert gelecekse gençlikte gelsin,
    ihtiyarlığımda çekemem.” demis.
    Mehmet’in cevabı ile ses kesilmis. Mehmet basına gelebilecek felaketin
    ne olabileceğini düsüne düsüne eve gitmis. Eve varmıs, bakmıs ki; evi yanmıs
    kül olmus. Mehmet Allah’a sükür etmis; “En azından çiftliğim duruyor, hem
    karım ve hem çocuklarım da sağ.” demis.
    Mehmet böyle sükür ederken, “Çiftliğin yandı, hiçbir hayvanın malın
    mülkün kalmadı.” diye bir haber gelmis. Mehmet yine sükür etmis; “En azından
    çocuklarım ve karım sağ.” demis.
    Ev ve çiftliği yanan Mehmet artık bizim burda yerimiz kalmadı diye
    karısını ve çocuklarını yanına alıp yerlesecek geçinecek yer aramak için
    oradan uzaklasmıs. Bir müddet sonra ezan sesi duymuslar. Abdest alıp namaz
    kılmaya durmuslar. Mehmet ve karısı namaz kılarken çocuklardan biri suya
    düsmüs. Mehmet bunu görmüs ama namazını bozmamıs “Çocuğum nasılsa
    boğulmustur.” diye düsünmüs. Üzülmüs amma diğer çocuğu ve karısı sağ
    olduğu için Allah’a sükür etmis.
    Oradan ayrılıp tekrar yola düsmüsler. Bir müddet gittikten sonra ezan
    sesi duymuslar.Karısıyla abdest alıp tekrar namaza durmuslar. O sırada oyun
    oynayan çocuklarını da, bir kurt kaptığı gibi götürmüs.
    Mehmet ve karısı yine isyan etmeyip Allah’a sükür etmisler. “En
    azından bizim basımız sağ.” demisler.
    Bir müddet yol gittikten sonra Mehmet ve karısı bir çiftliğe varmıslar.
    Çiftlik sahibinden is istemisler. Mehmet burada çobanlığa karısıda hizmetçiliğe
    baslamıs.Bu böyle aylarca sürmüs. Mehmet ve karısı burda aylarca çalısmıslar.
    Bir gün onların çalıstığı çiftliğin önünden bir yolcu geçmis. Yolcuyu gören çiftlik
    sahibi, yolcuyu sofrasına buyur etmis, hep beraber yemisler içmisler, bir güzel
    karınlarını doyurmuslar. Yolcu önüne konulan yemeği pek bir beğenmis, “Bunu
    kim yaptı?” demis. Ev sahipleri: “Bizim hizmetkârımız yaptı.” deyince adam
    tutturmus; “O kadını bana verin.” diye. Ev sahipleri “O evli kocası var deseler
    de adam inat etmis. Ne isterseniz veririm siz onu bana köle olarak satın.”
    demis.
    Çiftliğin sahibi karı koca parayı görünce hizmetçileri olan kadını evlerine
    gelen yolcuya satmıslar.
    Bu adam meğer bir hancıymıs. Koskoca bir hanı varmıs. Kadını da
    hana gelenlere yemek yapsın diye satın almıs. Mehmet ve karısı bu duruma
    da sükür etmisler. “En azından basımız sağ.” demisler.
    Hancı kadını yıllarca hanında çalıstırmıs. Bir gün hana bir yiğit gelmis.
    Hancı yiğide sormus: “Nerden gelir nereye gidersin kimlerdensin?” diye.Yiğit
    de: “Ben yukarı köyden gelirim. Anam babam yoktur, ben küçükken suya
    düstüm beni bir balıkçı kurtardı büyüttü. Sonraları anamı babamı bulamadım.
    Onun yanında büyüdüm, simdi is tutmaya baska köylere gidiyorum.” demis.
    Hancı:“Benim de burada çalıstıracak adama ihtiyacım var gel sen burada benim yanımda çalıs.” demis.
    Oğlan hancının bu teklifini kabul etmis orada çalısmaya baslamıs. Bir
    müddet sonra hana baska bir yiğit gelmis. Hancı ona da sormus; “Nerden
    gelir, nereye gidersin, kimlerdensin?” diye. Yiğit cevap vermis: “Ben asağı
    köyden geliyorum. Anam babam yoktur. Beni küçükken anamın babamın
    yanından bi kurt kaptı götürdü, çobanın biri de beni görüp kurdun elinden
    kurtardı. Beni o çoban büyüttü. Simdi de is tutmaya baska yerlere gidiyorum.”
    demis.
    Hancı bunları söylerken, Avcı Mehmet’in karısı da onları dinliyormus.
    Bu yiğitlerin kendi çocukları olduğunu anlamıs, hemen yanlarına gitmis, olan
    biteni anlatmıs. Ana evlat birbirlerine kavusmuslar. Kardesler birbirlerine
    sarılmıslar. “Keske babamız da yanımızda olsaydı.” diye iç geçirmisler.
    Analarını da alıp, babalarını aramaya gitmek istemisler. Fakat hancı “Sizin
    ananızı ben köle alarak satın aldım, hiçbir yere yollamam.” demis.
    Oğlanlar gece plan yapmıslar, analarını da yanlarına alıp gizlice oradan
    uzaklasmıslar. Babalarını aramak için yola çıkmıslar. Analarının eskiden
    çalıstığı çiftliği aramaya koyulmuslar.
    Onlar babalarını araya dursunlar, babaları avcı Mehmet de yanlarını
    çalıstığı çiftliğin sığırlarını güdüyormus. O sığırlardan biri huysuzluk edip
    ürkmüs, sürüden kaçmıs. Mehmet sığırın ardından kosmus. Sığır kaçmıs
    Mehmet kovalamıs. Sığır önde Mehmet arkada en sonunda bir sehre
    varmıslar. Burada bir sürü insan toplanmıs bir seye bakıyorlarmıs. Mehmet
    kalabalığa bakınırken sığırı unutmus. “Bu insanlar neyi bekliyor acaba?” diye
    düsünürken bir kus gelmis basına konmus.
    Meğer bu talih kusuymus. Kalabalıktakiler de talih kusunu salıp yeni
    padisahlarını seçmeye çalısıyorlarmıs. Kus Mehmet’in basına konmus. Ama
    çobandan padisah olmaz diye kabul etmemisler. Kusu bahçenin arka
    kapısından salmıslar. Kus yine dönmüs dolanmıs Mehmet’i bulup onun basına
    konmus.Yine çobandan padisah olmaz diye kabul etmemisler. Bu kezde kusu
    bahçenin içine salmıslar. Kus yine dönüp dolasıp Mehmet’i bulmus. Onun
    basına konup onu padisah seçmis.
    Bu sefer kimse itiraz etmemis ve Mehmet padisah olmus.
    O zamanlar aynı zamanda kadılıkta yaparmıs. Bir gün Mehmet’e sikayet için bir hancı gelmis. Hancı padisaha: “Benim bir kölem vardı.
    Hanımda yemek pisirirdi. Onu bir çiftlik sahibinden satın almıstım. Bir gün
    hanıma iki yiğit geldi anamızdır diye kadını alıp kaçırdılar, ben kölemi yahut
    paramı isterim. Bu olanlardan da kadından da sikayetçiyim.” demis.
    Padisah bu kadının karısı olduğundan süphelendiyse de oğullarının
    yasıyor olabileceğine inanmadığından, adamın bahsettiği kadının karısı
    olduğunu düsünmemis. Hancıya sormus: “Peki söyle bu oğlanlar kimdir,
    necidir, analarını alıp nereye gitmis olabilirler?”
    Hancı: “O oğlanların anaları babaları yokmus. Birini suda boğulmaktan
    bir balıkçı kurtarıp büyütmüs, diğerini de bir kurda yem olmaktan bir çoban
    kurtarıp büyütmüs. Handa analarının benim kölem olan kadın olduğunu
    anladılar, simdi de babalarını bulmaya benim kadını aldığım çiftliğe gittiler.”
    demis.
    Eski avcı yeni Padisah Mehmet, bu duruma çok sevinmis. Adama kese
    kese altın verip karısını kölelikten kurtarmıs. Karısı ve oğullarını buldurtup
    yanına getirtmis. Birlikte huzurlu mutlu, dertsiz tasasız bir ömür sürmüsler.
    Onlar ermis muradına
    Biz çıkalım tadına
    Gökten bir elma düsmüs
    Yarısı anlatana
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ

    meryem - 30 Kasım 2014 at 11:05 - Cevapla

    Of Arap Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)

    Bir varmıs bir yokmus, evvel zaman içinde fakir bir karı koca yasarmıs.
    Bunların bir oğulları varmıs bu çocuğun eli hiçbir ise yakısmaz, hiçbir isi
    beceremezmis.
    Gel zaman git zaman çocuk büyümüs evlenecek yasa gelmis. Ama
    hiçbir is tutmadığından bir türlü evlenememis. Kimin kızını isteseler; “is
    bilmeyene kız verilmez.” diye kızlarını vermemisler.
    Oğlan bir süre sonra bu durumu hazmedememis. “Siz kızlarınızı
    vermezseniz vermeyin, ben de padisahın kızını almazsam ne olayım?” demis.
    Annesine babasına tutturmus “Bana padisah’ın kızını alın.” diye. Annesi
    babası her ne kadar “Oğlum sen is güç bilmezsin, sana bu yoksul köyler de kız
    vermiyorlar. Hiç padisah kızını sana verir mi?” deseler de, oğlan inat etmis “Ya
    bana padisahın kızını alırsınız yad ben buralardan çeker giderim.” demis.
    Oğlan anasının babasının tek çocuğuymus. Annesi babası tek
    çocuğumuzu kaybedersek korkusu ile çaresiz oğullarının isteğine olur
    demisler.
    Kadın ertesi gün padisahın kızına görücü gitmis. Gitmis gitmesine ama
    padisahın karsısına çıkınca yüzü tutmamıs, utanmıs, hiçbir sey söyleyemeden
    evine geri dönmüs. Bu ikinci gün de böyle olmus. Kadın padisahın karsısına
    çıkınca ne diyeceğini bilememis, cesaret edememis, konusmadan evine
    dönmüs
    Padisah kadnın diyemeği bir derdinin olduğunu anlamıs. “Kadının çok
    büyük bir derdi var ki söyleyemiyor. Ben ki koskoca bir padisahım bir daha
    gelirse bu kadının derdine çare bulacağım.” diye vezirlerinin yanında söz
    vermis.
    Kadı o gün evine gidi de oğluna kızı yine isteyemeden döndüğünü
    söylediğinde oğlu çok sinirlenmis, evden gidecek olmus. Kadın bakmıs ki oğlu
    ciddi “isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara.” deyip ertesi gün ne olursa
    olsun kızı istemeye karar vermis
    Kadın ertesi gün yine saraya varmıs. Bası önünde, utana sıkıla
    padisahın karsısına çıkmıs. Padisah “Kadın senin belli ki büyük bir derdin var,
    söylemezsen çaresini bulamazsın. Ben ki koskoca padisahım, sen derdini
    söyle hele ben çaresini bulacağım.” demis. Kadın utana sıkıla derdini anlatmıs:
    “Padisahım benim hiçbir is bilmez hiçbir isi beceremez oğlum var. Tutturdu
    bana padisahın kızını alın diye. En Allah’ın emri Peygamberin kavli ile kızını
    oğluma istiyorum.” demis.
    Padisah önce kızıp bağıracak olmus ama vezirlerinin yanında verdiği
    söz aklına gelince isi zora sokmak maksadı ile “Ben oğluna kızını veririm ama
    oğlun dünyada hiç kimsenin bilmediği bir sanatı öğrenip bana hünerini
    göstersin, ben de o zaman kızımı sana veririm.” demis.
    Kadın hiçbir isi beceremeyen oğlunun kimsenin beceremediği hüneri
    nasıl öğreneceğini düsüne düsüne evine gitmek üzere yola çıkmıs. “Oğlum
    hiçbir isi beceremez, kimsenin bilmediği zanaatı nasıl öğrenecek, o padisahın
    bu dediğini yapamaz, padisahın kızını almadık diye de bizi bırakır gider.” diye
    baslamıs ağlamaya. Böyle ağlayıp üzülürken bir tasın üzerine oturmus,
    derdinden bir “Off” çekmis. Tam da o anda karsısına bir arap dikilms. Arap
    “Teyze söyle ne dersin, derdin ne?” demis. Kadın hem sasırmıs hem korkmus.
    Kadın: “Sana hiç bisey demem, benim bir derdim var onun için of çektim.”
    demis. Arap: “Benim adı of araptır. Her kim of arap tasına gelir of çekerse ben
    çıkarım. Onun derdini dinlerim.” demis. Kadın derdini Arap’a anlatmıs.
    Arap:“Sen oğluna söyle yarın buraya gelip of Arap tasına otursun, of çeksin
    ben çıkar onun derdine çare bulurum.” demis.Bu Arap meğer yedi senede bir yeryüzüne çıkan bir cinmis. Bu cin her
    yedi senede bir yeryüzüne çıkıp yeryüzünden bir genci kendine köle yapmak
    için kaçırırmıs. Oğlanın yaslı anasını görünce “Bu yaslı kadın benim isime
    yaramaz.” diye böyle bir oyun uydurmus.
    Kadın tüm bunlardan habersiz evine gitmis. Oğluna olanları anlatmıs.
    Ertesi gün oğlan sevinerek annesinin tarif ettiği yerdeki tasın basına dikilmis.
    Bir of çekmis. O anda cin çıkıp bunu kaptığı gibi yerin yedi kat altındaki evine
    götürmüs. Orada cinin daha önce kaçırdığı bir kadın daha varmıs o da cine
    kölelik yapıyormus. Cin yanlarından uzaklastıktan sonra kadı oğlana sormus
    “Oğlum buraya nasıl düstün?”
    Oğlan basına gelenleri anlatmıs. Kadın yıllardır cinin kölesi olduğu için
    onun hakkında çok sey biliyormus.Oğlana: “Bu Arap cin her yedi senede bir
    yeryüzüne çıkıp oradan bir genci kendine esir ede. Yedi sene boyunca
    buradan yerin yedi kat altından çıkmaz. O her seyin kılığına girebilir o yüzden
    hareketlerine dikkat et, hiç ummadığın yerde karsına çıkabilir. Bu yüzden
    buraya kimsenin bilmediği bir hüner bellemek istersen onun bu hünerini belle.
    Sende kılıktan kılığa girmeyi öğren yedi sen boyunca onu izle yaptığını öğren.
    Yedi sen sonra o dısarı çıkarken seni çıkabilirsin ne ala çıkamazsan sen de
    burada çürümeye mahkûmsun.” demis.Oğlan kadını iyice dinlemis.Yedi sene boyunca Arap cin ne isterse
    yapmıs, onu izlemis onun pek çok hünerini öğrenmis. Yedi sen dolup da cinin
    dısarı çıkma vakti yaklastığında da kadın ona bir avuç iğne vermis ve demis ki:
    “Bu iğneleri yanına al zor durumda kalırsan yere at bu iğneler kimsenin
    asamayacağı dikenli bir çalıya, sen de bir yılana döneceksin. Yarın yedi yıl
    doluyor. Arap cin yeryüzüne çıkar sen de gizlice takip et yalnız cin her kırk
    adımda bir ardını sağını solunu kontrol eder. Ona göre temkinli davran. Her
    kırk adımda yerin bir katını asmıs olursunuz. Yedinci kata vardığınızda cin
    kapıyı kapatmadan ona fark ettirmeden kaçmanın bir yolunu bul yoksa seni
    öldürür.”der.Ertesi gün oğlan usulca cini izlemis. Cin duvarın bir yerine
    dokunduğunda gizli bir kapı açılmıs, buradan gökyüzüne çıkan gizli bir yol
    varmıs.Arap cin buradan yola koyulmus. Oğlan da arkasından takip etmis. Yol
    daracık upuzunmus.Oğlan cinin adımlarını saymaya baslamıs. Cin ardına
    bakmadan otuz dokuz adım yürümüs. Kırkıncı adımı atacağı sırada oğlan
    çamur kılığına girmis ve duvara yapısmıs. Cin kırkıncı adımını atmıs ardına
    sağına soluna bakmıs oğlanı fark edememis. Sonra yine yoluna devam etmis.
    Otuz dokuz adım atmıs o sırada oğlan bir solucan kılığına girmis. Cin kırkıncı
    adımı atıp ardına sağına soluna bakmıs yine oğlanı görememis. Yerin ikinci
    katını da böyle asmıslar. Cin tekrar otuz dokuz adım atmıs. Oğlan kırkıncı
    adımla birlikte bir böcek kılığına girmis ve toprağın arasına kaymıs. Cin yine
    fark edemeden yerin dördüncü katına adım atmıs. Otuz dokuz adım ilerlemis,
    tam kırkıncı adımda oğlan bu kez bir karınca kılığına girip toprağın arasına
    kaymıs. Cin yine fark etmeden yoluna devam etmis. Besinci katın sonunda
    Arap cin kırkıncı adımı attığı sıra oğlan bir ağaç köküne dönüsmüs ve yolun
    duvarlarına yapısmıs. Böylece oğlan bu katı da geçmis. Altıncı kata
    geldiklerinde oğlan yine Arap cinin adımlarını saymıs, Arap cinin kırkıncı adımı
    atmasıyla o da bir fareye dönüsmüs. Arap cin bu kez fareyi görmüs fakat
    oğlanın hünerlerini öğrendiğinden habersiz olduğu için olanları anlamamıs ve
    yoluna devam etmis. Yedinci katın sonunda cin kırkıncı adımını atıp da çıktığı
    tünelin kapısını kapayacağı sıra oğlan bir tavsan olmus ve tünelden fırlamıs.
    Arapcin bu sefer olanları anlamıs. “Bu oğlan benim hünerlerimi bellemis. Simdi
    ölümlerden ölüm beğensin.” deyip bir köpek kılığına girip oğlanın pesine
    düsmüs. Tavsan kosmus köpek kovalamıs. Sonunda köpek tavsanı yani
    Arapcin oğlanı bir köseye sıkıstırmıs. Tam üzereni atlayıp boğacağı sıra oğlan
    içinde kırkı sığırcık olan bir kus sürüsüne dönüsmüs. Kuslar sağa sola
    kaçısmıslar. Arapcin de bir atmaca olup bu kusları bir bir yakalamıs. Otuz
    dokuzuncu kusu yakalayıp öldürmüs. Tam kırkıncı kusu yakalayıp
    öldürecekmis ki oğlanın aklına kadının verdiği iğneler gelmis iğneleri yere
    atmıs. Oğlan iğneleri yere atmasıyla oğlan bir yılana iğneler de çalıya
    dönüsmüs. Yılan hemen çalıların içine girmis. Atmaca kılığındaki Arap bir
    dönmüs iki dönmüs ne kadar uğrastı ise de bu çalıları açıp oğlanı
    yakalayamamıs. En sonunda “Sen nasılsa elime geçersin.” deyip oradan
    uzaklasmıs. Oğlan onun gidisiyle beraber evine anne babasının yanına gitmiş.Anne ve babası yıllardır görmedikleri oğullarını karsılarında görünce çok
    sevinmisler. Oğlan basına gelenleri onlara da anlatmıs “Ben simdi kimsenin
    bilmediği zanaatı hünerleri öğrendim artık bana padisahın kızını almanızın
    vakti geldi.” demis.
    Ertesi gün oğlan anasını babasını da yanına alıp yola çıkmıs. Padisahın
    yanına gitmis. Padisaha: “Ben kimsenin bilmediği bir hüneri öğrendim, bana
    kızını verir misin?” demis. O arada ezan okunmus, padisah; “önce bir abdest
    alıp namaz kılalım sonra hünerini gösterirsin” demis. Oğlan o anda yedi
    çesmeli bir sadırvan olmus, padisah çok sasırmıs sonra sadırvanda abdest
    almıs.
    O esnada da Arapcin kedi kılığında sehirde oğlanı arıyormus. Oğlanın
    gösterdiği hüneri duyan halk sarayın etrafına toplanmıs. Kedi kalabalığı
    görünce ne olduğunu anlamak için saraya varmıs. Oğlanın sadırvan olduğunu
    anlayınca hemen bir kartal olmus. Sadırvanı penceresine kaptığı gibi
    havalanmıs. O esnada oğlan kırk taneli bir nar olup etrafa saçılmıs. Arap
    bunun üzerine on civcivli bir tavuk olmus ve narları tek tek toplamaya
    baslamıs. Otuz dokuz nar tanesini yemis ama kırkıncı narı görememis. “Bu
    oğlanı öldürdüm artık.” demis. Fare olup kalabalığın arasından bakacakmıs ki
    padisahın eteğinin altına düsen tek nar tanesi bir kedi olup fareyi yutmus.Padisah tüm bunları izlemis. Oğlana kimsenin bilmediği hünerleri olduğunu görmüs ama yine de kızını vermeye gönlü olmamıs. İsi zora sokmak için “Sen bu zanaatı bellemissin ama bu zanaat karın doyurmaz ki. Önüme
    kızıma bakacak mal mülk koyar kızıma kırk gün kırk gece düğün yapabilirsen
    kızımı sana veririm.” demis.
    Oğlan bu lafların üzerine oradan ayrılmıs. Yolda giderken br kervan
    görmüs. Anasına “Ana ben katır olayım da beni bu kervancılara sat.” demis.
    Hemen bir katır olmus, annesi onu kervancılara satmıs. Kervancılar katırı
    aldıktan bir müddet sonra bir yerde konaklamıslar. İçecek su almak için katıra
    testiler yükleyip subasına varmıslar. Kervancı bir testi dısında hepsini
    doldurmus, son testiyi de doldurmak için eline aldığı sıra oğlan fare olup
    testiye girmis. Adam test de fareyi görünce testiyi fırlatmıs. Oğlan böylece
    oradan kaçmıs.
    Böyle türlü sekillere girip türlü oyunlar yapmıs. Oğlan at, esek, öküz vs
    olmus. Annesi babası oğlanı satmıs. Oğlan sonra satıldığı yerlerde tülü
    oyunlarla kurtulmus. Böylelikle bir yığın altın gümüs biriktirmis.
    Oğlan eline geçenleri padisaha götürmüs. Padisah bu sefer bahane
    bulamamıs ve kızını oğlana vermis. Oğlan kıza kırk gün kırk gece süren dillere
    destan bir düğün yapmıs. Evlenmisler, mutlu olmuslar.
    GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ



Cevap Gönderme Formu