Aslıma Çekerim Masalı ( AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bir
padisah yasarmıs. Bu padisahın altı kız çocuğu varmıs. Padisah hep bir erkek
çocuğu olsun istermis ama doğan altı çocuğunun altısı da kız olmus. Padisah
bu durumdan sorumlu olarak hep karısını görürmüs. Karısına “Bana bir daha
kız çocuk doğurursan senide o çocuğu da oracıkta boğduracağım.” demis.
Kadın ne kadar “Bu benim elimde değildir, takdir-i Đlahi. Ben ne
yapayım, benim suçum ne, çocuğumun suçu ne?” dese de padisahı ikna
edememis.
Padisah tutturmus “Bundan sonra bana, tahtıma benden sonra çıkacak,
yerime geçecek, soyumu sürdürecek bir erkek çocuk doğurmazsan, hem
çocuğuna hem kendine ölümlerden ölüm beğen” demiş.
O sıralarda sarayın yakınlarında bir çingene topluluğu çadır kurmuş.
Çingenelerin beyinin altı oğlu varmış. Çingene beyi hep raks edecek,
oynayacak tef çalacak bir kızı olsun istermiş. Ama doğan altı çocuğunun altısı
da erkek olmuş. Çingenelerin beyi de bu durumdan hep karısını sorumlu
tutuyormus, karısına “Bana evimi şenlendirecek bir kız çocuk doğurmadın. Eğer bir daha erkek doğurursan seni de, doğurduğun oğlan çocuğu da
öldüreceğim.” demiş. Karısı her ne kadar “Bu benim suçum değildir. Takdir-i ilahidir. Bunda
benim suçum ne, çocuğumun suçu ne?” diye itiraz etse de Çingene Beyi “Ben
anlamam bana güzeller güzeli bir kız çocuk doğuracaksın kız evlenene kadar
evimi senlendirecek, düğünde eğlencede oynayıp bana altın kazandıracak.Evlenecek yasa geldiğinde ona alacağım bas hakkı, altı ağabeysine de
alacağım kızların bas haklarının hepsiden fazla olacak. Eğer bana bir kız
çocuk doğurmazsan ölümlerden ölüm beğen” dermis
Gel zaman git zaman padisahın karısı da, çingenenin karısı da hamile
kalmıslar.
Padisahın karısı doğuracağı gün sarayın kapısına Çingene Beyi’nin
karısı gelmis. “Allah rızası için ekmek as” diye dilenecek olmus. O arada
sancılanmıs. Padisahın karısı da çingene de o gün doğurmuslar. Padisahın
karısının yine bir kız çocuğu olmus, çingenenin de yine bir erkek çocuğu
olmus. Her ikisi de baslamıslar ağlamaya, ikisi de can korkusu sarmıs. En
sonunda akıllarına bir fikir gelmis. Birbirlerine, birbirlerinin çocuklarına iyi
bakacakları sözü vererek çocuklarını değismisler. Kocalarına da yalan
söylemisler.
Padisah karısı kucağına çingenenin çocuğunu almıs, kocasına benim
bir oğlum oldu diye müjde vermis.
Padisah haberi duyar duymaz. Doğan erkek çocuğun şerefine kırk gün kırk gece sölenler yapmıs, açları doyurmus, çıplakları giydirmis, ziyafetler
vermis
Çingene de kucağında kız çocukla kocasının yanına varmıs. Kocasına
“Kız çocuğumuz oldu.” diye müjde vermis. Çingene beyi haberi alır almaz.
Doğan kız çocuğunun serefine kırk gün kırk gece eğlenceler düzenlemis. Kırk
gün kırk gece çalgılı çengili eğlenmisler.
Gel zaman git zaman çocuklar büyümüs altı yasına gelmisler. Padisah
oğlu sandığı çingene çocuğunun üzerine titremis. En büyük âlimleri hocaları
getirtmis çocuğuna ders verdirtmis. Fakat çocuk ne anlatılanı dinlermis ne de
dinlediğini anlarmıs. Eline iki tahta kasık bir de teneke alırmıs. Sağ da solda tenekeyi çala çala sarkı, türkü söyler oynarmıs. Padisah türlü türlü oyuncaklar
yaptırsa da onların yüzüne bakmazmıs.
Öte yandan çingene de kızına çalgı çengi öğrensin diye en iyi çalgıcıları
çengicileri hoca olarak tutmus. Fakat kız eline çalgı almazmıs. Bir köseye
çekilir çalanları, oynayanları burun kıvıra kıvıra izlermis. Çingene beyi ne
yaparsa yapsın kızını raks ettiremezmis. Eline çalgı verse kız tutmasını
beceremezmis.
Kız çingene çadırında oğlan sarayda böyle büyümüsler. Padisah da,
çingene beyi de ne yaparsa yapsınlar çocuklarını istedikleri gibi
yetistirememisler. Ne çingenenin kızı çengi olabilmis, ne padisahın oğlu
sehzade.
Bir gün padisah altı yasına gelen oğlunu sünnet yaptırmaya karar
vermis. Oğlunun sünneti için çok büyük eğlenceler tertip etmis. Her seyin en
iyisini en güzelini sarayına getirtmis. Sünnet söleni için en iyi asçılar,
hizmetçiler, hokkabazlar, soytarılar saraya getirtilmis. Kus sütü eksiksiz
sofralar hazırlanmıs. Padisah etraftaki en iyi çalgıcıları çengicileri aratmıs. En
iyi çalgıcılar çengiciler, karısının çocuğu değistiği çingene obasındaymıs.
Padisah onları da sarayına getirtmis.
Padisah karısı ile Çingene Beyi’nin karısı birbirlerini görünce tanımıslar.
Kendi çocuklarına uzaktan, bakıp bakıp ağlamıslar. Ama kimseye
sezdirmemisler.
Sünnet söleninin hazırlıkları sürerken çocuklar hiç bir seyden habersiz
sarayın bahçesinde oynarlarmıs. Bir gün padisah yanında en büyük ulemaları
vezirleri ile birlikte, hazırlıkları teftise çıkmıs. Sarayın bahçesinde dolasırken
çingenenin kız çocuğunu görmüsler. Çocuk kendi basına bahçede
oynuyormus. Kız eline bes – altı ağaç dalı almıs bunları toprağa dikmis. Bu
ağaç dalları ile oynamaya baslamıs. Kız ağaç dalları ile sözde insanmıs gibi konusuyormus. Her bir ağaç dalına ayrı ayrı emir veriyor “Sen tasımı getir, sen
saçımı tara, sen sunu yap sen bunu yap.” diyormus bir taraftan da gayri ihtiyari
“Aslıma çekerim aslıma çekerim.” diyormus.
Padisah ve yanındakiler bunu görmüsler. Kızın oyununa bakıp
“Herhalde sultana özendi.” diye düsünmüsler. Ama söylediği “Aslıma çekerim.”
lafına anlam verememisler.
Padisah yanındakilerle sarayı dolasmaya devam etmis. Bahçenin diğer
tarafında da padisahın oğlu sehzade oyun oynuyormus. Padisah ve adamları
sehzadeyi de oyun oynarken izlemisler. Sehzade eline bes – altı ağaç dalı
almıs. Bunları toprağa dikmis. Bu ağaç dalları ile oynamaya baslamıs. Oğlan
ağaç dalları ile sözde insanmıs gibi konusuyormus. Her bir ağaç dalında bir
seyler istiyormus “Bana biraz ekmek verir misin? Allah rızası için bana biraz as
verir misin? …” diyormus. Bir taraftan da gayri ihtiyari “Aslıma çekerim aslıma
çekerim” diyormus.
Padisah ve yanındakiler bunu görmüsler. Oğlan oyununa bakıp
“Herhalde çingenelere özendi.” diye düsünmüsler. Ama “Aslıma çekerim,
aslıma çekerim.” lafına bir anlam verememisler. Padisah bunun üzerine oğluna
çok kızmıs. “Bir daha çingenelerin yanına gitmesin” diye emir vermis.
Hizmetçiler “Çocuk sarayın hep arka tarafında oynadı çingeneleri görmedi.”deseler de padisah inanmamıs.
Arada birkaç gün geçmis. Padisah yine yanına ulemaları, vezirlerini alıp
dolasmaya çıkmıs. Padisahın oğlu bahçede oynuyormus. Yine çocuğun
oyununu izlemeye baslamıslar. Çocuk eline çalı çöp toplamıs bir birine
ulamaya çalısıyormus. Bir taraftan da “Aslıma çekerim aslıma çekerim”
diyormus. Padisah oğlunun yaptıklarına anlam verememis, oğluna sormus
“Oğlum ne yapıyorsun böyle?” Çocuk padisah’a cevap vermis “Aslıma çekerim
sele sepet dokurum, Aslıma çekerim sele sepet dokurum.”Padisah bunun üzerine çok sinirlenmis “Yine mi çingeneleri gördü?”
diye bütün hizmetçileri yanına çağırmıs. Hizmetçiler “Sarayın bu tarafından
diğer tarafına geçmedi padisahım, kendi kendine oyun uydurur.” deseler de
padisah inanmamıs. Hizmetkârlara bağırmıs çağırmıs ve yanındakilerle
sarayın diğer tarafına gitmis. Burada da çingenenin kız çocuğu oynuyormus.
Padisah ve yanındakiler yine hep birlikte çocuğun oyununu izlemeye
baslamıslar. Çocuk eline çalı çöp toplamıs. Bunları bir köseye yığıyor, bu
çöpleri iyice yükseltip üzerine oturmaya çalısıyormus. Bir taraftan da gayri
ihtiyari “Aslıma çekerim. Aslıma çekerim” diyormus. Padisah kızın yaptıklarına
anlam verememis ve kıza sormus “Kızım ne yapıyorsun böyle?” Çocuk
padisaha cevap vermis. “Aslıma çekerim, tahtıma çıkarım, aslıma çekerim
tahtıma çıkarım.”
Padisah çocuğun dediklerine bir anlam verememis. Yanındaki
ulemalara sormus “Bu nedir böyle aslıma çekerim, aslıma çekerim.” Ulemalar
cevap vermisler “Herkes aslı neyse öyle davranır, herkes aslına çeker. Soylu
soyunu, yolcu yolunu arar padisahım. Sen en iyisi bu lafların ardını koyma.”
demisler.
Padisah bunun üzerine kendi karısını da, çingene çocuğunun annesini
de huzuruna çağırtmıs. Olanları anlatmıs. “Çocuklarımız “Aslıma çekerim,
aslıma çekerim” deyip duruyorlar. Bu isin aslı nedir? Bu lafı nereden niye
bellediler?” demis.
Bunun üzerine padisahın karısı da çingene karısı da ağlayarak olanları
anlatmıslar. Padisah da Çingene Beyi de Allah’ın takdirine karsı geldiklerine
pisman olmuslar. Tövbe etmisler. Padisah kendi kızını, çingene kendi oğlunu
almıs. Çocuklar kendi analarının babalarının yanında mutlu huzurlu, soylarının
gereği gibi yasayarak büyümüsler.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Derviş ile Fare Kız Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus. Evvel zaman içinde bir dervis yasarmıs, bu dervis
dünya hayatından el ayak çekip kendisini ibadete adamıs. Tüm insanlardan, dağ
basında bir mağaraya çekilmis. Orada gece gündüz ibadet eder ve dua edermis.
Bu böyle yıllarca sürmüs.
Gel zaman git zaman adam yalnızlıktan sıkılmıs. “Keske bir can yoldasım
olsaydı.”diye iç geçirir olmus. Bir gün yine bu hayali kurup iç geçirirken,
mağaranın içinde dolasan bir fare görmüs. Fare oradan oraya kosturuyor, kendi
kendine oyunlar oynuyormus. Adam farenin türlü türlü oyunlarını görünce yine iç
geçirmis: “Keske benim de böyle oyunlar oynayacak bir çocuğum olsaydı,
gönlümü senlendirseydi. Hem onunla güler eğlenirdim hem de bana can
yoldaslığı yapardı.” demis.
Adamın bu dileği Allah katında kabul görmüs. Allah o anda, o mağarada
kosusturan fareyi güzel bir kız çocuğuna dönüstürmüs.
Adam sevinç içinde çocuğa sarılmıs. Dua neticesinde ve Allah’ın bir
mucizesi olarak dünyaya gelen bu çocuğu gözünden bile sakınarak türlü
ihtimamlarla büyütmüs.
Gel zaman git zaman kız büyümüs, güzellesmis. Evlenecek yasa gelmis.
Dervis, dua neticesinde verilen ve Allah’ın kendisine bir lütuf olan bu çocuğu
kimselere layık görmemis. “o Allah’ın bana bir lütfu ben onu yaratılmıs en büyük
ve en güçlü varlığa verip, onunla evlendireceğim. Kızımın dengi yalnız odur.”diye
düsünürmüs.
Aylarca kızının dengi olabilecek en büyük ve en güçlü varlığı düsünmüs
durmus.Bir sabah dervisin gözüne günes ilismis. “Bu günes ki karanlığı yeniyor. Her
yer onunla aydınlanıp ısınıyor. Onun güçte ve büyüklükte esi yoktur. Benim
kızımın dengi olsa olsa günestir.” demis. Ardından da günese seslenmis.
— Ey günes, ey günes! Güçte büyüklükte essiz günes! Ben bir garip dervis
idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım. Allah’tan
bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız çocuğu yaptı. O güzel kız
çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti. Simdi kızıma bir es ararım.
Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim kızıma da öylesi yarasır. Kızımı
sana versem alır mısın?
Günes, adamı duymus, hayretle dinlemis.
— Ey dervis, yoksul dervis! Senin kızın en büyüğe layık. Ben büyüğüm
büyük olmasına ama benden büyüğü de var. Demis.
Dervis bunun üzerine Günes’e sormus:
— Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
Günes: Su önüme geçen, ısığımı kesen bulut varya, o benden daha büyüktür.
Var git sen kızını ona ver, senin kızının dengi odur.”
Adam bunun üzerine buluta seslenmis:
— Ey bulut, ey bulut! Güçte büyüklükte essiz bulut!Ben bir garip dervis
idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım.
Allah’tan bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız çocuğu
yaptı. O güzel kız çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti. Simdi
kızıma bir es ararım. Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim kızıma da
öylesi yarasır. Kızımı sana versem alır mısın?
Bulut da adamı hayretle dilemis. Dervisin sözü bitince dervise:— Ey dervis, yoksul dervis! Senin kızın en büyüğe layık. Ben büyüğüm
büyük olmasına ama benden büyüğü de var.
Dervis bunun üzerine buluta sormus:
— Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
— Ben büyüğüm büyük olmasına ama bir rüzgâr çıksa, oradan oraya
savrulur, un ufak olurum. Benim gücüm ancak günese yeter, rüzgâra hükmüm
geçmez. Var git sen kızını ona ver senin kızının dengi odur.”
— Dervis bulutu da dinledikten sonra rüzgâra varmıs. Rüzgâra
seslenmis:
— Ey rüzgâr, ey rüzgâr! Güçte büyüklükte essiz rüzgâr! Ben bir garip
dervis idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım.
Allah’tan bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız çocuğu
yaptı. O güzel kız çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti. Simdi
kızıma bir es ararım. Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim kızıma da
öylesi yarasır. Kızımı sana versem alır mısın?
Rüzgâr dervisi dinlemis ve dervise:
— Ey dervis, yoksul dervis! Senin kızın en büyüğe layık. Ben büyüğüm büyük
olmasına ama benden büyüğü de var.
Dervis bunun üzerine günese sormus:
— Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
— Ben büyüğüm büyük olmasına ama benim gücüm ancak buluta,
toprağa geçer. Hepsini un ufak eder, oradan oraya savururum. Fakat önüme bir dağ çıksa, orada kesilir nefesim. Su gördüğün kova dağ benden daha
büyüktür. Var git sen kızını ona ver senin kızının dengi odur.”
Dervis rüzgâra hak vermis. Hemen dağa kosmus ve dağa:
— Ey koca dağlar, ey koca dağlar! Güçte büyüklükte dağlar! Ben bir
garip dervis idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım. Allah’tan bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız
çocuğu yaptı. O güzel kız çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti.
Simdi kızıma bir es ararım. Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim
kızıma da öylesi yarasır. Kızımı sana versem alır mısın?
Dağ dervisi dinledikten sonra, dervise dönmüs.
— Ben büyüğüm büyük olmasına ama benim gücüm ancak rüzgâra
yeter. Rüzgar çıksa yenilmem, kar yağsa devrilmem ama benden de güçlüsü,
büyüğü var.
Dervis bunun üzerine dağa sormus:
— Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
— Su beni için için kemiren, delik desik eden fareler var ya onlar
benden daha güçlüdür. Var git sen kızını ona ver senin kızının dengi odur.”
Dervis dağın sözlerini saskınlıkla dinlemis. “Allah’ım sen dengini dengine
buldurmasını bilirsin, sen nelere kadirsin. Allah’ım dengi dengine denkle de
ver” demis.
Allah dervisin duasını bir kez daha kabul etmis. Genç kız tekrar fare
olmus, denginin pesinden bir deliğe kosmus girmis. Dengi dengine bir ömür
sürmüsler.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Vezir Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus. Evvel zaman içinde fakir bir karı koca yasarmıs
bu karı kocanın biraz da akılları kıt imis. Bu karı koca, hem fakir olduklarından
hem de akıllarının biraz kıt olusundan ötürü yıkanmayı bilmezler hamama hiç
gitmezlermis.Kadının bu durumunu bilen komsularından biri, kadını bir gün zorla
hamama götürmüs. Hamamda padisah ve vezirin karısı da varmıs. Cariyeler
onların etrafında dört dönüyor, hizmete hiç bir seyi eksik etmiyorlarmıs. Fakir kadı onlara öyle imrenmis ki, onları izlemekten yıkanmaya hiç vakit
bulamamıs.
Bir taraftan da kendi durumun içerleyen kadın, bu durumun suçlusu
olarak kendi kocasını görmüs, içten içe “Vezire padisaha varsaydım, ben de
sefa sürer gönlümce eğlenir, gönlümce gezerdim. Hiçbir ise el sürmem, ne
istersem emreder hem kendimi yormazdım.” demis.
Padisah vezir karısı olmanın hayalini kura kura evine gelmis. Evine
gelince evde ne kadar ıvır zıvır esya var ise hepsini toplamıs kapının önüne
yığmıs. Aksam eve gelen kocası eve girememis. Adam ne kadar bağırıp
çağırsa da, yalvarıp yakarsa da onu içeri almamıs. “Herif herif git, ya padisah
ol ya vezir, ondan sonra eve gel.” demis.
Adamcağız ne yapsın boynu bükük yollara düsmüs. Az gitmis uz gitmis
dere tepe düz gitmis. Bir gün yolun kırk haramiler çıkmıs. Haramiler bakmıslar
adamcağızın kendine hayrı yok, bunda para pul ne gezer diyerek adama
ilismemisler. Adam da bakmıs haramiler de altın mücevher çuvalla, içten içe
imrenerek “Ah demis keske bende onların arasında olsaydım da, karımı varlık
içinde yasatsaydım, hiç bu hallere düsmeseydim. Sırtım pek karnım tok
gezseydim.” demis.
Bu düsünceyle baslamıs, haramilere yalvarmaya “Ey Haramiler
ey haramiler beni de aranıza alın, ne isterseniz yaparım as deseniz asar, kes
deseniz keserim, sizinle birlikte dövüsür yol keser, kervan dağıtırım.” demis.
Haramiler adama bakmıslar, adamcağızın kendine hayrı yok, asmak
kesmek neyine, püf deseler yıkılacakmıs, böyle çelimsiz, sıska aklı kıt
adamdan hiç harami mi olur diye düsünüp baslamıslar gülmeye, adamcağızla
eğlenmeye, sonra adamla daha çok dalga geçebilmek için ona bir oyun
düzmüsler.Demisler ki; “Ey yolcu seni aramıza alırız ama harami olmak için önce
bir hüner göstermen lazım. Git padisahın üstünden yorganını çal biz de seni
aramıza alalım.”
Haramilerin maksadı hem adamı kandırıp onunla dalga geçmek, hem
de onun sarayda olusturduğu telas eden faydalanarak, padisahın hazinesini
çalmakmıs. “Bu saf nasıl olsa yakalanır, sarayın çoğu askeri padisahın ve bu
avanak hırsızın basına üsüsür, kalan askerleri de biz hakkından gelip, hazineyi
çalar kaçarız.” diye düsünüyorlarmıs.
Bu düsünce ile adamı kandırıp saraya getirmisler ona padisahın odasını
gösterip sağa sola dağılmıslar.
Adam padisahın odasına girmis, sağına soluna bakmaya baslamıs. Oda
öyle gösterisli öyle ihtisamlı imis ki adam sağa sola bakınacağım derken ne
yapacağını, niye oraya geldiğini unutmus. Saskın saskın etrafına bakınırken
gözüne padisahın seccade ilismis çevirmis bakınmıs. “Ömrümde böyle güzel
seccade görmedim, hazır elime böyle güzel bir seccade geçti, fırsat bu fırsat
bu seccade ile iki rekât namaz kılayım, bir daha böyle seccade de namaz
kılmak nerden nasip olacak demis. Hemen abdest almıs, tam namaza
duracakken, “Ezansız namaz mı olur?” diye düsünmüs. Ardından da baslamıs.
Avazı çıktığı kadar bağıra bağıra ezan okumaya. Sesini duyan sarayın
askerleri uyanmıs, haramilerde basıldık yalanacağız korkusu ile saraydan
kaçmıslar.Gürültüye uyanan padisah da adamın haramileri kaçırmak için böyle bir
yola basvurduğunu sanmıs ve fakir adamı haramileri saraydan kaçırdığı için
kendisini vezir yapmıs.
Adam vezir olunca karısı ile de barısmıs. Birlikte mutlu, huzurlu, rahat,
bolluk içinde bir hayat sürmüsler. Onlar ermis muradına, biz çıkalım tadına.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Halıcı Kızı Ve Katırcı Kızı Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus evvel zaman içinde kalbur zaman içinde dağların
içindeki uzak bir köyde halı kilim dokuyarak geçimlerini sağlayan bir karı koca
yasarmıs. Bunların çok güzel bir kızları varmıs. Bu kız oldukça becerikli bir
kızmıs elinden her s gelir her seyden az çok anlarmıs. Gerek ev isleri gerek
bağ bahçe isleri olsun hepsinden az çok anlar, dağlardan topladığı çesitli
otlarla ilaçlar yapmayı dahi bilir becerirmis. Öte yandan bir taraftan halı kilim
dokuyup satar. Fakir anne babasının geçimlerine katkı sağlarmıs. Bir evin tek
çocuğu olan bu kız, bu sekilde ailesine ne çok çocuklu olmayı aratır ne de
erkek çocuk eksikliğini hissettirirmis. O yüzden anne babasının gözünde her
kesin çocuk sevgisinden ayrı sevilir ayrı değer görürmüs. Halıcı kızı yalnız
annesi babası değil köydeki herkes hatta kuslar böcekler kısacası tüm
hayvanlarda severmis. Halıcı kız onların dilinden hayvanlarda halıcı kızın
dilinden anlarlarmıs. Çifte gitse öküzü huysuzluk etmez ne isterse yaparmıs.
Dağa oduna gitse köyün en inatçı katırı bile onun yanında yola gelir, hiç
huysuzluk inatçılık etmeden odunlarını tasırmıs.
Kız bir gün yine halı tezgâhının basında çalısıyor, halı dokuyormus. O
esnada bir kus gelmis ve halı tezgâhına konmus, “Ay kız sen basına bir gelecek var, oy kız senin basına bir gelecek var” diye ötmeye baslamıs. Kız ne
kadar uğrastı kovmaya çalıstıysa da kus yanından uzaklastıramamıs. Bu
günlerce böyle sürmüs kız nereye gitse kus basına gelip aynı sözleri
söylüyormus. En sonunda kızı ölüm korkusu sarmıs. Ben buralardan uzaklara
kaçar kimsenin olmadığı bir yere gidersem, basıma bir sey gelmez diye
düsünmüs. Olanları anne ve babasına anlatmıs, anne babası çok üzülmüs,
ağlamıs çaresiz kızlarının dediğini yapmak zorunda kalmıs. “Anne baba benim basıma bir kus (musallat) oldu. Bir türlü basımdan
savamıyorum. Bana bosuna bir hal gelecek diyor. Ben buralarda kalırsam
kesin bir is gelecek diyor. Ben buralarda kalırsam kesin bir is gelecek basıma.
Beni hiç kimsenin olmadığı bir dağ basına götürün. Böylelikle basıma is
gelmez gelirse de oralarda kimse görmez bilmez. Kimseyi üzmem.” demis.
Anne babası kızın söylediklerine çok üzülmüs ağlamıslar fakat çaresiz
kızlarının dediklerine uymak zorunda kalmıslar.
Ertesi gün halıcı kız, anne ve babası yola çıkmıslar. Az gitmisler uz
gitmisler dere tepe düz gitmisler, kızı bırakacak ıssız bir yer ararken
karsılarına iki kanatlı demir bir kapı çıkmıs. Dağ basında böyle bir kapı
görünce sasırmıslar. Halıcı kızın annesi kapının bir tarafına babası diğer
tarafına oturmus, aralarına da halıcı kız oturmus. Burada hem dinlenmeye
hem de dağ basında niye böyle bir kapı olduğunu düsünmeye baslamıslar. O
esnada kapı aralanmıs ortada oturan halıcı kız içeri düsmüs. Kapı kızı içeriye
aldıktan sonra tekrar kapanmıs. Demir kapının ardında içinde her türlü meyve
ve sebzenin, her türlü bitkinin olduğu bir bahçe, birde büyük kule varmıs.
Halıcı kız önce bahçeyi gezinmis, dısarı çıkacak yer aramıs, bulamamıs.
Sonra kuleye girmis. Kulenin kırk odası varmıs. Kız otuz dokuz kapıyı tek tek
açmıs. Her odada da farklı hazineler, farklı nimetler varmıs. Đlk oda altın
doluymus, ikinci oda da gümüsler, üçüncü oda da inciler vs. varmıs. Her açtığı
kapıda kılık kıyafetten tut tasa tarağa kadar her sey bulmus. Kırkıncı kapıyı
açıp kırkıncı odaya girdiğinde, orada hasta yatan bir yiğit görmüs. Her yeri
yara bere içinde olan bu yiğidin etrafına sinekler üsüsmüs. Yiğit yarasının
sızısıyla kendinden geçmis baygın yatıyormus. Elinde de koca bir kilit varmıs.
Halıcı kız eline bir torba almıs, otuz dokuz odadaki her nimetten, her
hazineden bir torbaya doldurmus. Kilitle kapıyı açmıs ve anne babasına bu
torbayı vermis. Anne babasına: “Haydi siz gidin artık, benim basıma gelecek
buymus.” demis. Anne ve babası ağlayarak oradan uzaklasmıslar.Halıcı kız anne ve babasını yolladıktan sonra bahçeden çesitli bitkiler
toplayıp yiğidin yarasına merhem yapmıs. Kırkıncı odaya girmis. Otuz dokuz
gün yiğidin yarasını temizlemis, merhemlemis, etrafına üsüsen sinekleri
kovalamıs, yedirmis, içirmis bıkmadan usanmadan yiğide bakmıs. Otuz
dokuzuncu günün aksamı oğlanın merhemi bitmis. Kız oğlanın basına yine
sinekler üsüsür yarasına kurt atar, mikrop kaptırır diye oğlanın basından ayrılıp
merhem yapmaya gidememis. O esnada yoldan bir katırcı kervanı
geçiyormus. Kervanda birde katırcıların genç kızı varmıs. Kız kuleden
katırcıları çağırmıs: “Ey katırcılar katırcılar! Pelteye tuz katıcılar! Size bir torba
altın versem su kızı bana halayık olarak verir misiniz?” demis. Katırcılar kabul
etmis ve kızı halıcı kıza vermisler.
Halıcı kız, katırcı kızına: “Sen su oğlanın sineklerini kovalaya dur, ben de
merhem yapıp geleyim.” demis. Katırcı kızını oğlanın basına bırakıp sabaha
kadar merhem hazırlamıs. Kırkıncı günün sabahı oğlan halıcı kız gelmeden
uyanmıs basında katırcı kızını görmüs. “Đn misin cin misin basımda neylersin?”
demis.Katırcı kızı: “Ne inim ne cinim, senin basında sana bakarım, yarana
merhem sürer sineğini kovalarım, bir de halayığım var dısarıda senin
merhemini getirmeye gitti.” demis.
O esnada halıcı kız elinde merhemle içeri girmis. Oğlan kızı görünce katırcı
kızının dediklerine iyice inanmıs. “Beni bu kız iyi etti” diye onunla evlenmis.
Katırcı kızına kırk gün kırk gece düğün yapmıs. Katırcı kız böylelikle eve
hanım olmus. Halıcı kızını da hizmetçi gibi kullanmaya baslamıs. Halıcı kız ne
desem inanmaz diye yiğide bir sey anlatmamıs, çaresiz basına gelenlere
katlanmıs. Bu böyle aylarca sürmüs.
Yiğit bir gün hacca gidecek olmus. Karısına giderken sormus: “Sana
oradan ne getireyim.” Karısı bir sürü esya, uraba asgal siparis etmis. Halıcı
kıza da sormus. Halıcı kız: “Bana bir sabır tası ile bir sabır tası getir.” demis.Yiğit yola çıkmıs. Hac vazifesini yapıp dönerken onlarını siparislerini de
almıs. Yalnız halıcı kızın siparislerini aldığı adam yiğide: “Bunları kime
aldıysan ardını bos koyma.” demis.
Yiğit evine geldikten sonra herkesin istediklerini vermis. Halıcı kız sabır tası
ve sabır bıçağını aldıktan sonra bahçeye çıkmıs, oğlan usulca kızı gözetlemis.
Kız basına gelenleri sabır tasına ağlaya ağlaya anlatmaya baslamıs. Daha
lafı bitmeden sabır tası inim inim inleyerek sismeye baslamıs. En sonunda
sabır tası dayanamamıs, çat diye çatlayıp ortadan ikiye ayrılmıs. Kız: “Ya sabır
tası, sen bir tas iken dayanamayıp çatladın. Ben insan iken nasıl dayanayım.”
demis. Sonra sabır bıçağını eline almıs, “Ben nasıl sabredeyim, ben de
sabredemem artık.” deyip bıçağı karnına saplayacak olmus. O esnada yiğit
atılmıs, kızın elinden bıçağı almıs kıza: “Niye bunları bana önceden
söylemedin.” demis.
Halıcı kızı yanına alıp, katırcı kızına olanları bildiğini söylemis. “Bana yalan
söyledin, bana iyilik edene sen zulüm ettin. Simdi kırk katır mı, kırk satır mı?”
diye sormus. Katırcı kız “Kırk satırı ne yapayım? Kırk katır isterim, katırları alır
köyüme giderim.” demis. Yiğit katırcı kızını kırk katırın ardına bağlamıs, bir de
katırlara kırbaç vurmus. Katırcı kızı dağa, dala, tasa sürte sürte parçalanmıs.
Böylelikle kızı cezalandırmıslar.
Yiğit bundan sonra halıcı kız ile evlenmis. Kırk gün kırk gece düğün
yapmıs. Halıcı kızın anne ve babasını da köylerinden getirtmis böyle hep
birlikte ölene kadar mutlu yasamıslar. Onlar ermis muradına, biz çıkalım tadın.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Kurbağa Gelin Ve Padişahın Oğlu Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler
berber iken, ben anamın besiğini tıngır mıngır sallar iken bir padisah yasarmıs.
Bu padisahın üç oğlu varmıs. Oğlanlar kendi aralarında değnek atmaca oyunu
oynuyorlarmıs. Padisah oğullarını oyun oynarken görünce kızmıs. “Evlenecek
yasa geldiniz, hala mı oyun oynuyorsunuz?” demis. Değneklerin düstüğü
yerdeki kızları alacaksınız demis. Büyük oğlunun attığı değnek baska bir
padisahın kapısına düsmüs. Padisah diğer padisahın kızı ile büyük oğlunu
evlendirmis. Ortanca oğlunun attığı değnek vezirin kapısına düsmüs. Padisah
bu kez de vezirin kızı ile ortanca oğlunu evlendirmis. Küçük oğlunun attığı
değnek de su kenarında bir deliğe düsmüs. Buradan da bir kurbağa çıkmıs.
Küçük oğlan “Bu benim nasibimdir Allah bana bunu uygun gördü.” demis ve
kurbağayı bağrına basmıs.
Padisahın küçük oğlu avlanmaya çıkmıs. Ava giderken kurbağa karısını
bir çalının dibine bırakmıs. Aksam döndüğünde burada bir bağ evi ve iki kap
sıcak as bulmus. Karnını doyurmus, burada sabahlamıs. Ertesi gün yine ava
çıkmıs. Aksam kaldığı barakaya tekrar geri döndüğünde barakanın yerinde bir
kösk görmüs. Gün geçmis, bu baraka büyümüs. Saçakları inci kaplı, tavanı
altından büyük bir saray olmus. Oğlan ne yaptıysa bu isin sırrını öğrenememis.
Bir sabah kurbağa karısını, saraya bırakmıs. Her zaman ki gibi ava çıkar gibi
yapmıs ama sarayın arka kapısında dolanıp içeriye saklanmıs. Birde bakmıs ki
kurbağa karısı üstünden kurbağa postunu atmıs bir güzel kız olmus. Kurbağa
postunun altından ay parçası kadar güzel bir kız çıkmıs. Oğlan hemen
saklandığı yerden çıkmıs. Kız bir daha bu posta girmesin diye kurbağa
postunu ocağa atmıs. Kız, “Ah yiğidim! Az daha sabretseydin, Allah bize daha
neler verecekti.”demis. Oğlan umursamamıs. Zaten sarayları, hanları,
hamamları ile zenginliği fazlasıyla yetiyormus. Oğlanın bu durumunu üvey
annesi olan padisah karısı çekemez olmus. Padisahı oğluna karsı kıskırtmıs.
Her defasında “Bu çocuk senin yerine geçecek senden daha zengin ve daha
itibar sahibi olacak sen en iyisi onu öldür.” diyerek padisahı oğluna karsı kıskırtıyormus. Padisah bir gün üvey annenin tavsiyesi ile oğluna: “Ya bana
devlerin bahçesindeki elmayı getireceksin ya da boynuna cellât çağıracağım.”
demis. Aslında oğlunu öldürmek için ortam olusturuyormus.
Oğlan babasının bu isteğini nasıl yerine getireceğini kara kara
düsünürken, karısı yanına gelmis. Oğlana: “Benim çıktığım delikte dört değnek
var en büyüğünü kırarsan babam, onun küçüğünü kırarsan büyük ağabeyim,
onun küçüğünü kırarsan ortanca ağabeyim, onunda küçüğünü kırarsan küçük
ağabeyim çıkar. Sen o deliğe var en büyük çubuğu kır. Babam çıkınca derdini
anlat o halleder.” demis.
Oğlan deliğe varmıs, en büyük çubuğu kırmıs. Kızın babası ortaya
çıkmıs. Oğlan her seyi kaynatasına anlatmıs. Kızın babası gitmis hemen
elmayı almıs getirmis. Oğlan sevinerek babasının sarayına gitmis ve elmayı
babasına vermis. Üvey annesi bu duruma çok sinirlenmis. “Bu oğlanı ne
yapsam da öldürsem.” diye düsünmeye baslamıs. Bir gün padisaha: “Söyle
oğluna yarına kadar askerlerimizi doyurmak için kazanlar dolusu yemek
hazırlasın yapmazsa boynuna cellât çağıralım.” demis.
Padisah bunu da oğluna söylemis. Oğlan yine kara kara düsünürken
karısı yanına gelmis, “Benim çıktığım deliğe git ikinci çubuğu kır, büyük
ağabeyim bize bir çare bulur.” demis.
Nasıl olduysa sabaha kadar kus sütü eksiksiz sofralar kazanlar dolusu yemekler hazır olmus. Oğlan bütün askerleri doyurmus ve bu dertten de
kurtulmus. Kurtulmus kurtulmasına ama üvey annesi yine bir seyler
düsünmeye baslamıs. Bu seferde oğlandan kırk kurnalı bir hamama bir
gecede yapmasını istemisler. “Eğer bir gece içinde kırk kurnalı bir hamam
yapıp bize teslim etmezsen, boynuna cellât çağırırız.” Demisler. Oğlan yine
kara kara düsünürken karısı: “ Yine benim çıktığım deliğe git üçüncü çubuğu
da kır, ortanca ağabeyim derdimize çare bulsun.” demis. Oğlan yine karısının
söylediklerini yapmıs. Ortanca ağabey de ortaya çıkmıs, oğlan derdini anlatmıs. Ortanca kardes: “Üzülme yaparız.” demis ve sabaha kadar kırk
kurnalı hamam tamam olmus. Oğlan hamamı babasına teslim etmis.
Arada zaman geçmis, padisah yine karısının aklı ile oğluna: “Dedenin
öldüğü zaman parmağında kıymetli bir yüzüğü vardı. Git o yüzüğü bu getir.
Buldun buldum, bulamadın boynuna cellât.” demis.
Oğlan yine kara kara düsünürken karısı gelmis. “Git küçük kardesimi de
çağır ama bu is böyle sürerse artık baska çaremiz kalmaz.” demis. Oğlan
çaresiz yine deliğe gitmis son çubuğu da kırmıs ve kızın en küçük ağabeyini
de çağırmıs. Ona da derdini söylemis. Küçük ağabey de “Tamam hallederiz.”
demis. O sırada yer yarılmıs. Kızın en küçük ağabeyi oğlanı yanına almıs
birlikte yerin dibine doğru inmeye baslamıslar indikleri yerde karsılarına bir
cami çıkmıs. Kızın abisi oğlana: “Bak surada abdest alan adam senin deden
parmağında da o yüzük var ondan iste.” demis. Oğlan dedesinin yanına gitmis
elini öpmüs ona olanları anlatmıs: “Üvey annem ile babam beni çekemiyorlar.
Onun için benden hep zor seyler istiyorlar yapmazsan öldüreceğiz diyorlar
simdi de senin parmağındaki yüzüğü istiyorlar.” demis. Dedesi parmağındaki
yüzüğü çıkarıp oğlana vermis. Demis ki “Oğlum ben annen ile babanı iyi bilirim
onların gözü doymaz. Onlara var de ki “Merdiven altında bir büyük küp var. Bu
küpün için altın dolu küpün ağzında büyük bir kapak var. Yanlarında kimse yokken buraya gitsinler orayı kazıp küpü çıkarsınlar ama bunları yaparken
kapıyı iyice kapatsınlar.” demis.
Oğlan dedesinin söylediğinden bir sey anlamamıs ama dediklerini
yapmıs. Elinde yüzükle babasının yanına gitmis. Babası yüzüğü görünce çok
sasırmıs oğluna: “Nasıl buldun bunu?” demis. Oğlu: “Dedemi gördüm” demis.
Sonra babasına dedesinin söylediklerini anlatmıs: “Merdivenin altını
kazarsanız karsınıza büyük bir küp çıkacakmıs. Küpün içi altın doluymus.
Bunu çıkaracakmıssınız. Yalnız oraya giderken sadece ikiniz gidecekmissiniz
ve kapıları sıkıca kapayacakmıssınız.” demis.Karı koca oğlanın dediklerine çok sevinmisler. Oğlan gider gitmez
kapıları sıkıca kilitleyip merdivenin altını hırslı hırslı kazmaya baslamıslar.
Küpü bulmuslar. Hemen küpün ağzını açmıslar küpün ağzını açtıkları anda
küpten bir alev fıskırmaya baslamıs, bu ates bir anda aç gözlü karı kocayı
yakıp kül etmis. Böylelikle padisah ve karısı cezalarını bulmuslar. Oğlan bu
sayede onların derdinden kurtulmus ve karısıyla mutlu bir hayat sürmüs.
Onlar ermis muradına biz çıkalım tadına. Gökten bir elma düsmüs yarısı
anlatanın
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Hortlak Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler
berber iken, ben anamın besiğini tıngır mıngır sallar iken bir padisah yasarmıs.
Bu padisahın üç güzel kızı varmıs. Padisah bir gün büyük kızını evlendirmeye
karar vermis. Her yere tellallar yollamıs haber salmıs. Demis ki: “Her kim
benim sorduğum suali bilir, doğru cevabı verirse büyük kızımı ona vereceğim.”
Bu fermanı duyan herkes sarayın önünde toplanmıs. Padisah ince garip
bir deriyi bir duvara astırmıs. Evlenmeye niyetli olan yiğitlere sormus. “Bu ne
derisidir? Her kim ki bunu bilirse büyük kızımı almaya hak kazanacaktır.”
Bunun üzerine yiğitler sırasıyla cevaplamıs. Kimisi deve derisi, kimisi öküz
derisi, kimisi esek derisi…” demis. Kim ne derse desin kimse doğru cevabı
bilememis. O esnada o diyarda yasayan ve her türlü canlının kılığına girebilen
hortlak oradan geçiyormus. Kalabalığa bakmıs insan kılığında ne olduğunu,
neden onca insanın orada toplandığını anlamak için oradakilere sormus:
“Neden bu insanlar buraya toplandı?” Kalabalıktan biri cevaplamıs. Padisah
duvara bir deri astı. Her kim ki bu derinin ne derisi olduğunu bilirse, padisah
büyük kızını onunla evlendirecek. Simdiye kadar kırk yiğit kırk ayrı cevap verdi
ancak kimse onun ne derisi olduğunu bilemedi.
Bunun üzerine hortlak deriye bakmıs ve padisaha “Bunda bilemeyecek
ne var? Bu bir bit derisidir. Sen biti kaynar suda sisirmis, sonra derisini
yüzdürüp buraya asmıssın.” Padisah adamın doğru cevabı vermesine
sasırmıs. Ancak söz verdiği için kim olduğunu ne olduğunu bilmediği bu
adama kızını vermis.
Kırk gün kırk gece düğünden sonra hortlak padisahın büyük kızını almıs
ve kendi yasadığı evine götürmüs. Hortlağın kırk odalı koskoca bir saray
varmıs. Padisahın kızına demis ki “Bu evin kırk odası var. Her oda da ayrı
nimet var. Her ne diler ne istersen bu odalarda bulabilirsin. Yalnız ne olursa
olsun kırkıncı odanın kapısını açma demis. Kız insan kılığındaki bu adamın
dediklerini dinlemis. Đlk oda da altınlar, ikincide gümüsler, üçüncüde inciler,
yakutlar, mücevherler… vs. varmıs. Kız otuz dokuz gün sabretmis merakını
yenmis kırkıncı odaya bakmamıs. Kırkıncı gün sabredememis ve kırkıncı
odanın kapısını açmıs. Birde bakmıs ki kırkıncı odanın kapısı bir mezarlığa
açılıyor. Kocası da bir mezardan bir cesedi çıkarmıs cesedin, ciğerini yiyor. Kız
korkuyla kapıyı kapattığı gibi oradan uzaklasmıs. Ardından da kocası gelmis.
Karısına dönerek “Ben sana kırkıncı kapıyı açma demedim mi?” demis. Kız ne
kadar “Açmadım, ben o odaya girmedim.” dese de yüzü korkudan sapsarı
olduğu için elleri ayakları korkudan titrediği için hortlak ona inanmamıs ve
karısını kırkıncı odaya kapatmıs.
Hortlak daha sonra padisaha gitmis, “Ne çürük kızın varmıs evliliğimizin
kırkı çıkmadan hastalandı öldü. Ben karısmam söz verdin bana simdi de
ortanca kızını vereceksin.” Padisah buna razı gelmemis. Fakat ablasının
basına ne geldiğini öğrenmek isteyen ortanca kızının isteği üzerine ortanca
kızını da hortlağa vermis. Hortlak yine kırk gün kırk gece düğün sonrasında
ortanca kızı gelin almıs ve sarayına götürmüs. Ona da aynı seyleri söylemis.
Ortanca kız da ablası gibi otuz dokuz gün sabrederek kırkıncı kapıyı açmamıs.
Fakat kırkıncı gün merakına yenik düserek kırkıncı kapıyı aralamıs. Kapının
aralığından bir bakmıs ki ne görsün. Hortlak ablasının kalbini yiyormus.
Korkuyla hemen oradan uzaklasmıs. Hortlak o anda karısını görmemis. Ancak
yanına gittiğinde karısının halinden kırkıncı kapıyı açtığını olanları gördüğünü
anlamıs. Karısına “Ben sana kırkıncı kapıyı açmayacaksın demedim mi?
Senin sonunda ablan gibi olacak.” demis. Karısı her ne kadar inkâr etse de
yüzünün sarılığı ellerinin ayaklarının titremesi onu ele vermis. Hortlak ortanca
kızı da kırkıncı odaya hapsettikten sonra saraya padisahın yanına gitmis ve
padisaha demis ki: “Ne çürük kızın varmıs evliliğimizin kırkı çıkmadan
hastalandı öldü. Ben karısmam söz verdin bana simdi de küçük kızını da
vereceksin.”
Padisah yine razı gelmemis fakat ablalarının basına geleni öğrenmek
isteyen küçük kızının isteği üzerine küçük kızını da hortlağa vermis. Hortlak
yine kırk gün kırk gece düğün sonrasında küçük kızı gelin almıs ve sarayına
götürmüs. Ona da aynı seyleri söylemis. Küçük kız da ablaları gibi otuz dokuz
gün sabrederek kırkıncı kapıyı açmamıs. Fakat kırkıncı gün merakına yenik
düserek kırkıncı kapının deliğinden kırkıncı odaya bakmıs. Orada hortlağı
ablasının böbrekleri yerken görmüs. Hemen oradan uzaklasmıs. Hortlak o
anda kızı görmemis. Ancak yanına gittiğinde karısının halinden kırkıncı kapıyı
açtığını olanları gördüğünü anlamıs. Karısına “Ben sana kırkıncı kapıyı
açmayacaksın demedim mi? Senin sonunda ablaların gibi olacak.” demis.
Karısı her ne kadar inkâr etse de yüzünün sarılığı ellerinin ayaklarının titremesi
onu ele vermis. Kız sonun kaçınılmaz olduğunu anlamıs ve bir hile düsünmüs.
“Peki, haklısın ben senin yapma dediğini yaptım benimde sonum onlar gibi
olsun fakat ben bugün çok is gördüm çok yoruldum çok terledim çok kirlendim
izin ver önce hamama gidip temizleneyim sonra beni de yersin.” demis.
Hortlak kızın bu söylediklerine inanmıs. Onu hamama götürmüs ve
karısını hamama bıraktıktan sonra yine insan kılığında hamamın kapısında beklemeye baslamıs. Hamama giren kız korkudan üzerini bile çıkarmadan
hamamın içerisinde o kurnadan diğerine dört dönüyormus. Kızın bu
yaptıklarını gören hamamcı kadın: “Kızım senin bir derdin var derdin neyse
söyle de bir hal çaresine bakalım.” demis. Kız basına gelenleri bir bir hamamcı
kadına anlatmıs. Kadın bir hile düsünmüs demis ki: “Sen al benim kıyafetlerimi
giy ben simdi seni buradan çıkaracağım. Buradan çıkınca padisah baban
senin derdine bir hal çare bulur.” Hemen oradaki birkaç kadınla daha anlasmıs
kadını onlara tasıtarak içerden bağırmıs hasta çıkıyor hasta çıkıyor çekilin
kargasadan dolayı hortlak olanları anlamamıs. Kız oradan çıkar çıkmaz
babasının sarayına kosmus. Babasına olanları anlatmıs. Babası hemen sarayı
kusatmıs ve kızına “Korkma o hortlak bu kapıdan içeriye giremez.” demis.
Kız saraydayken hortlak kızı hamamda sanarak aksama kadar orada
beklemis. Aksam hamamda kimse kalmadığını anlayınca hamamcı kadına
karısını sormus. Kadın gel gir bak içerde kimse kalmadı demis. Hortlak içerde
kimsenin olmadığını görünce içerde çıkan hastanın karısı olduğun anlamıs.
Karısının babasının saraya gittiğini tahmin etmis saraya varmıs içeriye insan
kılığında giremeyeceğini anlamıs. Tam o esnada sarayın sığır sürüsü sarayın
kapısına gelmis. Hortlak hemen bir sığır kılığına girmis ve sürünün arasına
karısmıs. Sürüyle birlikte içeri girmis. Kız sürünün içindeki hortlağı bakısından
tanımıs. Babasına odasına çıkan merdivenin basına iki aslan bağlatmıs. Gece
ha geldi ha gelecek diye hortlağı beklemeye baslamıslar. Hortlak sabaha
kadar ortaya çıkmamıs. Sabaha doğru herkes uyuya kaldığında kızın basına
varmıs. Ama kızın basına gelmeden önce saraydaki herkesin ruhunu emmis
bir siseye doldurmus. Kız basında hortlağı görünce bağırmıs çağırmıs annesini
babasını askerleri çağırmıs ama herkes cansız yatıyormus. En son anlamıs ki
kurtulusu yok hortlağa teslim olmus. Hortlak kızı almıs saraydan ayrılacakken
kızın aklına bir hile gelmis. Sen önden git ben arkandan gelirim nasılsa kaçar
yolum yok demis. Hortlak bunu kabul etmis. Tam merdivenden inerken kız
eline geçirdiği satırı hortlağın basına vurmus. Hortlak kendine gelemeden merdivenin basında bekleyen aslanlar onu parçalamıs. O esnada elindeki sise
kırılmıs ve herkesin ruhu bedenlerine geri dönmüs. Hortlak orada yok olmus
kız ailesiyle birlikte mutlu huzurlu bir ömür sürmüs.
Onlar ermis muradına biz çıkalım tadına. Gökten bir elma düsmüs yarısı
anlatana.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Seyit ile Eyüp Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir bir yokmus evvel zaman içinde Seyit diye bir oğlan
varmıs. Seyit’in annesi babası, Seyit daha küçükken ölmüsler. Seyit’i de dayısı
Eyüp ile büyütmüs. Seyit bu yüzden dayısını çok sever, babası gibi görürmüs.
Seyit’in dayısı çok düzenbaz bir karısı varmıs, Seyit yengesinin bu
huyunu bilir onu pek sevmezmis, ancak dayısına da bir sey söylemezmis,
zaten Seyit’in dayısı biraz saf biriymis. Hem saf hem yufka yürekli olduğundan
kimseden kötülük ummazmıs, herkese iyi niyetli davranırmıs. O yüzden
karısından da kötülük ummazmıs.
Onun huyunu bilen karısı Eyüp’ün ardından türlü oyunlar çevirirmis.
Evde hiçbir is yapmaz, yemek as pisirmezmis. Her gün hastayım der, is
yapmamak için hastalığı bahane edermis. Kadın gündüzleri sepit(yufka) açar
kuruturmus. Kuruttuğu sepitleri çarsafının altına dizermis. Sağa sola döndükçe
sepitler çıtır çıtır kırılırmıs. Kocasına da; “Ben ölüyorum, ben çok hastayım her
yanlarım dökülüyor.” diye dert yanarmıs.
Seyit yengesinin bu söylediklerine hiç inanmazmıs. Bir düzenbazlık
vardır diye yengesini gözlermis.
Bir gün eve saklanmıs, yengesini gözetlemeye baslamıs, dayısı Eyüp
evden çıkar çıkmaz sözde hasta olan yengesi ayaklanmıs, bir güzel süslenmis püslenmis. Sonra çesit çesit yemekler, tatlılar, helvalar pisirmis. Amcasının
oğlunu eve almıs, bunları birlikte bir güzel yemisler. Zaten kadının gönlü
amcasının oğlunda imis, ama zengin diye Seyit’in dayısı ile evlenmis. Meğer
kadın er gün böyle yapar, amcasının oğlunun isini görür, Eyüp’ün evinde ne
var ne yoksa amcaoğluna pisir yedirmis. Kocasına da, “Ben hastaydım is
yapamadım, as yapamadım.” dermis.
O gün aksam da kadı yine aynı seyi yapmıs. Kocasına “Ben bugün de
iyi olamadım, yemek as yapamadım.” demis.
Seyit hemen kurnazlık edip bir hile düsünmüs. Seyit yengesine: “Yenge
çay deresinin dibinde bir hacet kavağı varmıs, bu kavak dertlilerin derdini
dinlermis varsa derdinin çaresini söylermis. Sen yarın en iyisi bu kavağa git,
derdini söyle. Senin bu hastalığının sifası, varsa öğren, derdine çare bulalım.”
demis.
Yengesi Seyit’e inanmıs, ertesi gün Seyit erkenden kavağın olduğu yere
gitmis, kavağın tepesine çıkmıs, yengesinin gelmesini beklemis.
Kadın bir müddet sonra kavağın dibine gelmis. Kavağa bakmıs ve
“Hacet Kavağı” diye üç kere seslenmis. Seyit yukardan cevap vermis: “Buyur
gelin ne istersin, derdin ne?” kadın ses kavaktan geldi, bu gerçekten hacet
kavağıymıs benim derdime de çare olur diye baslamıs kavağa derdini
anlatmaya: “Hacet kavağı, hacet kavağı, söyle hele Eyüple Seyit ölür de ben
amcamın oğluyla kalır mıyım?” Yukardan yine Seyit cevap verir: “Ölürler gelin
ölürler, kalırsın gelin kalırsın.”
Kadın hacet kavağından haber aldım sanarak sevinmis ve evine gitmis.
Aksam Eyüp karısına: “Seyit’in dediği kavağa vardın mı ne dedi?” demis.
Kadın: “Vardım, iyi olabilecek miyim size ekmek as pisirebilecek miyim diye
sordum o da bana “iyi olacaksın gelin,iyi olacaksın” dedi demis. Eyüp her
seyden habersiz olduğu için karısının iyi olacağına pek sevinmis.Kadın bir gün Eyüp’ün kümesindeki en büyük kazı amcasının oğluna
kestirmis. Adam kadına “Bunu güzelce pisir, ben tarlaya çifte gidiyorum, öğle
yemeğine kazı pisir oraya getir. Benim öküzün sırtı ala renklidir. Beni
göremezsen öküzün yanına koy git yemeği” demis.
Yengesi ile adam konusurken Seyit de bunları dinliyormus. Hemen
tarlaya dayısının yanına varmıs, dayının ak sarığını öküzün sırtına bağlamıs,
öğleyin yengesi tarlaların olduğu ye varmıs, uzaktan Eyüp’ün öküzünü
amcasının oğlunun öküzü sanmıs. Yemeği bırakırken Eyüp ile Seyit’i görmüs.
Düzeni ortaya çıkmasın diye: “Çocuklar büyük kazın ayağına tas atıp kırdılar,
ben de kestirdim, pisirip size getirdim.” demis.
Dayı yeğen sevinerek yemeği yemisler. Kadın ertesi gün yine amcasının
oğlu ile anlasmıs. Kadın bir tepsi baklava yapacakmıs. Amcasının oğlu
tarlasına varan yola saman dökecekmis. Kadın da samanları takip edip,
amcasının oğlunun yanına gidecek, orada baklavayı yiyeceklermis. Seyit
onların bu planlarını duymus. Adam samanları döktükten sonra onun döktüğü
samanları dağıtmıs ve kendi tarlalarına giden yola saman dökmüs. Kadın
sevdiğinin yanına gidiyorum sanarak elinde bir tepsi baklava ile kocası ve
yeğeninin yanına varmıs. Yolun sonunda kocası ve yeğenini görünce düzeni
ortaya çıkmasın diye yine bozuntuya vermemis. “Size baklava yaptım.” deyip baklavayı yedirmis.
Bir süre sonra Eyüp’le Seyit’in yine tarlaya gittiği bir gün kadın yine adamı
eve almıs. Seyit o gün de gizlice eve girmis. Bakmıs ki yengesi mutfakta helva
yapıyor, yatakta da bir adam yatıyor. Yengesi önce koskoca bir tava yağı
ocağa koymus, sonra tavana un almaya çıkmıs. Yengesinin tavana çıkmasını
fırsat bilen Seyit sinirle hemen ocaktaki kızgın yağı almıs ve yatakta yatan
adamın kulağına dökmüs. Adam oracıkta ölmüs kalmıs. Adamın kulağına ne
olduğu anlasılmasın diye kulağını kesmis sonrada oradan uzaklasmıs.
Tavandan inen yengesi adamı oracıkta ölü yatar bulmus. Suç bana kalmasın diye hemen dısarı çıkarıp adamın ölüsünü bir kavağın dibine atmıs. Cenazeyi
baskaları bulmus. Cenazenin kalkacağı gün kadın cenazeye gitmek
istememis. Seyit’in aklına bir düzen gelmis yengesine: “Yenge sende
cenazeye git, amcasının oğlunun cenazesine gelmedi diye seni ayıplarlar,
basına kara yazma tak da seni üzüldü bilsinler” demis.
Kadın Seyit’in lafına kanmıs. Seyit yengesine cenazeye gitmeden önce kar
bir yazma vermis, yazmanın ucuna da adamın kesik kulağını bağlamıs.
Yengesi bunu görmemis. Yengesine: “Yenge oraya varınca yazmanı paralaya
paralaya ağla, bir taraftan da “musuma bak musuma, basımdaki isime” diye
feryat et ki senin ne kadar üzüldüğünü anlasınlar” demis.
Kadın düsünmüs, çok feryat figan ederse kimse benden süphelenmez diye
cenazeye gitmis. Baslamıs orda kendini paralamaya, bir taraftan da Seyit’ten
ağıt diye öğrendiği lafları söylemeye: “Musuma bak musuma, basımdaki ise.”
Kadın bunları söylerken herkes ne diyor ki diye kadının basına bakmıs.
Kadın bir taraftan bunları söylerken basındaki yazmasını da paralıyormus. O
esnada yazmadan adamın kulakları düsmüs. Cenazeye gelen ahali,
cenazenin kulaklarının kadından düstüğünü görünce adamı kadın öldürdü
sanmıslar. Kızgınlıkla kadını orada parça parça etmisler. Kadın ölünce Eyüp
ile Seyit selamete ermisler. Seyit de dayısı Eyüp de is bilir becerikli namuslu
kadınlarla evlenmisler, mutlu bir ömür sürmüsler.
Sabır Masalı
Bir varmıs bir yokmus, köyün birinde bir karı koca yasarmıs. Bu karı
kocanın yıllarca hiç çocukları olmamıs, her ikisi de yıllarca Allah’a dua
etmisler, yine de çocukları olmamıs. Adam köyde imamlık yaparmıs. Kendi
kendine düsünmeye baslamıs: “Ben bu yasıma kadar dua ettim, her ibadetimi eksiksiz yaptım, Allahtan buna karsılık ne mal ne mülk istedim, yalnız bir
çocuk istedim, Allah bunu bana vermedi. Ya ben dua etmeyi bilmiyorum ya da
ben Allah’ın duasını kabul ettiği kullardan değilim.” Adam böyle günlerce
düsünmüs. İçi içini yemis o zamanlar en büyük hocalar en büyük evliyalar,
ulemalar İstanbul’daymıs. Adam düsünmüs, tasınmıs; “Ben en iyisi İstanbul’a
gideyim orda dua etmeyi öğreneyim de Allah bana bir çocuk versin” demis.
Karısına bu düsüncelerini söylemis. Karısı, kocasına “Sabret biraz daha gitme,
Allah bir gün bize bir çocuk verir.” dese de adam, “Ben da etmeyi bilmiyorum,
dua etmeyi öğrenip geleceğim.” demis.
Adam sonunda karısını ikna etmis ve İstanbul’a gitmis. Orada sora sora
oranın en büyük evliyasını bulmus. Ona derdini anlatmıs. Evliya demis ki:
“Duanın en büyük sırrı sabırdır. Sen sabır etmeyi bilmiyorsun. Burada benim
yanımda yirmi sene kalabilirsen bu sırrı öğrenirsin.” demis.
Adam kabul etmis. Yirmi sene boyunca evliyanın yanında onunla birlikte
dua etmis, ibadet etmis, yirmi senenin sonunda “Ben bunca zaman sabrettim,
artık dua etmeyi biliyorum” diyerek, evliyadan müsaade alıp köyüne gitmek
üzere yola çıkmıs. Yolda giderken karsısına bir garip yolcu çıkmıs. Yolcu
adam sormus:
- Nerden gelip, nereye gidersin?
Adam:
- Ben dua’nın sırrını öğrenmek için İstanbul’un en büyük evliyasına gittim ondan
duanın sırrını öğrendim simdi köyüme gidiyorum, demis
Yolcu:
- Peki, öyle büyük bir evliyanın yanında kalmıssın duan sırrını öğrenmissin de
peki Kuran’ın sırrını öğrenebildin mi?
Adam düsünmüs tasınmıs, Kuran’ın sırrını bilememis. Ne söylediyse yolcu
kabul etmemis. Adam “Bunca sene bir evliya yanında der aldım. Kuran’ın
sırrını öğrenememisim, Kuran’ın sırrını bilmeyenin duası kabul olmaz.” diye
düsünmüs. Yolcu sormus:
- Peki, Kur’an’ın sırrı ne?
Yolcu:
- Sana bunu söylerim ama iki sene benim yanımda hizmetkârlık yapacaksın.
Ancak bu sartla sana bu sırrı öğretirim.
Adam düsünmüs, tasınmıs, duasının kabul olup çocuğunun olmasını
çok istediği için çaresiz kabul etmis. Đki sene adamın yanında çalısmıs, adamın
her isine bakmıs. Đki sene sonunda adam Kur’an’ın sırrını sormus. Adam
“Kur’an’ın sırrı sabırdır.” demis. Cevabını aldıktan sonra efendisinden
müsaade alıp köyüne gitmek üzere yola çıkmıs.
Adam sabah ezanına yakın köyüne gelmis. Köyüne gelir gelmez evine
kosmus, evine girmeden önce evin camından bir bakmıs ki ne görsün! Karısı
genç bir oğlanla yatakta yatıyor. Adam sinirlenmis, eline silahını almıs, o sinirle
hem karısını hem de genç adamı öldürmeye karar vermis. Tam tetiği çekeceği
sırada aklına yirmi iki senede öğrendiği sır gelmis. “Hem Kur’an’ın hem de
duanın sırrı sabırmıs. Ben sabredip önce bir isin aslını öğreneyim.” demis.
O sırada kadın kalkmıs. Kocasını görmeden yanındaki genç adamı
uyandırmıs. Oğluna: “Oğlum, oğlum hadi kalk sabah ezanı okunuyor. Namaz
kılıp dua edelim de baban dönsün, seni görsün.” demis.
Meğer o genç adamın çocuğuymus. Adam gittiğinde meğer karısı
hamileymis. Adam İstanbul’a gittikten sonra çocuk doğmus. Adam o zaman
sabretmeyi öğrendiğine çok sevinmis. Hemen evine girmis, baba oğul
konusmuslar. Karısına basına gelenleri anlatmıs. Karısı: “Gördün mü her seyin
sırrı sabırmıs.” demis.O günden sonra sabretmenin önemini bilerek, çok mutlu bir ömür
sürmüsler. Onlar ermis muradına biz çıkalım tadına.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Adil ile Gıdil Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde Adil ile
Gıdil adında iki deli karı koca varmıs. Kız anne babasının kahrından,
deliliklerinden usanmıs, uzak bir köye gelin gitmis. Kızları gelin gittiği gün,
oğlan tarafı kız evine bir koyun kesip yollamıs. Adil ile Gıdil kızları gelin
gittikten sonra bu koyunu pisirmisler, bir de sıcak ekmek yapmıslar sofraya
koymuslar, tam yiyecekleri zaman bakmıslar ki sofrada kızları yok. Gıdil
kocasına “Kalk kızı getirelim de beraber yiyelim, kız olmadan boğazımdan
geçmez bu et” demis. Adil de karısına hak vermis. Kızlarını et yemeye
çağırmak için yola çıkmıslar. Evden çıkarken kapıyı kilitlemisler, anahtarı da
kapının önündeki tasın altına bırakmıslar. O sırada karsılarına bir Çingene
çıkmıs. Adil Çingene’ye: “Ay Çingen karısı, sakin bizim eve gitme, evin
önündeki tası kaldırma. Orada evin anahtarı var. Sakın anahtarı da alıp da eve
girme, eve girip de sofradaki eti, ekmeği yeme.” demis. Çingene Adil’e bakıp
içen içe gülmüs: “Yok, be, ben neyleyim sizin ekmeğinizi etinizi.” demis.
Adil ile Gıdil Çingeneye bu öğüdü verdikten sonra yola çıkmıslar. Onlar
yola çıkar çıkmaz Çingene eve girmis eti ekmeği yemis, anahtarı tekrar yerine
koyup oradan uzaklasmıs.
Adil ile Gıdil iki gün yol gittikten sonra kızlarının yanına varmıslar.Kızları onları gördüğüne sevinmemis ama misafirdir diye kabul etmis. Hep
birlikte yemis içmisler. Sonra da gece Adil ile Gıdil kızlarında kalmıslar.
Gece Gıdil’i uyku tutmamıs. Uyanmıs kızının mutfağına girmis bakmıs,
dağınık görmüs. Kocasını uyandırmıs, ikisi birlikte mutfakta ne kadar kap
kacak var ise hepsini indirmisler, yıkayacağım, yerlestireceğim diye kapları
kırmıslar, mutfağı karman çorman yapmıslar. Ondan sonra gidip yatmıslar.
Sabah kız uyanmıs bir bakmıs ki her yer alt üst olmus. Sinirlenmis
öfkelenmis ama kocası “Misafirdirler ses etme hatırlarını kırma.” demis.
Ertesi gün yine aksam yemeğini yemisler ve yatmıslar. Gece yine Gıdil’i
uyku tutmamıs. Kocasını uyandırmıs. Bahçeye çıkmıslar o arada kümesi
görmüsler. Kümese girmisler. Bir yığın tavuk. Almıslar ellerine yemleri bol bol
dökmüsler. Tavuklar tünedikleri için hiç biri yemeğe bakmamıslar. Bu sefer de
kızmıslar: “Siz bizim verdiğimiz yemi nasıl yemezsiniz?” deyip bütün tavukları
öldürmüsler. Sonra gidip yatmıslar.
Ertesi gün kızları kalkmıs sabah kümese tavukları yemlemeye
girdiğinde bir bakmıs ki bütün tavuklar ölmüs. Bu kesin annemin babamın isidir
diye bağıracak olmus ama kocası engellemis. “Misafirdirler, gönüllerini kırma.”
demis. Kız yine kocasının hatırına susmus.
Üçüncü günün gecesi yine Adil ile Gıdil’in uykusu kaçmıs, yine bahçeye
çıkmıslar bu defa koyunlar gözlerine ilismis. Koyunların biri dısında hepsi gevis
getiriyormus. Adil ile Gıdil gevis getiren koyunları sakız çiğniyorlar, o tek
koyuna da vermedikleri için o koyunun küsüp yattığını sanmıslar. Her koyunun
ağzından yediğini çıkarmaya çalısmıslar, bakmıslar olmuyor, kızıp bütün
koyunları kesmisler. Sonra yatıp uyumuslar. Sabah kızları kalkmıs bakmıs ki,
koyunların hepsi ölmüs. Bu sefer dayanamamıs annesine: “Anne siz eve gidin
yemeği ası ısıtın ben geleyim de hep beraber yiyelim.” demis. Böylelikle anne
babasını basından savmıs.
Anne babası yola çıkmıslar iki gün yol gittikten sonra eve varmıslar,
bakmıslar ki etin yerinde yeler esiyor. Düsünmüsler, tasınmıslar “Bu isi
Çingene yapsaydı anahtar yerinde tasın altında olmadı” demisler. O arada bir
sinek tasın üstüne konmus. Adil karısına “Bu isi yapsa yapsa bu sinek
yapmıstır” demis. Ellerine kazma kürek almıslar sineğin pesine düsmüsler.
Sinek cama konmus oraya vurmuslar, sinek duvara konmus oraya vurmuslar.
Sineğin konduğu yere vura vura evi talan etmisler. En sonunda sinek Gıdil’in
burnuna konmus. Gıdil Adil’e bağırmıs. “İste, iste!” Adil bunun üzerine kazmayı
almıs Gıdil’in burnuna vurmus. Gidi oracıkta ölmüs.Ertesi gün cenaze kalkacak olmus. Cenazeyi yıkamak için Adil’den su
getirmesini istemisler. Adil su getirmek için testiyi aramıs aramıs bir türlü
bulamamıs. O esna da hoca karısının öteki dünyaya göçtüğünden
bahsediyormus. Adil bunu duymus, kendi kendine : “Ben kendi kendime bir
kosu öteki dünyaya varıp geleyim de Gıdil’den testinin yerini öğreneyim.”
demis.
Evin damına çıkmıs sözde öteki dünyaya varıp gelmek için kendini
damdan asağı atmıs. O da oracıkta ölmüs.
Bu iki akılsız böylece akılsızlıklarının cezasını bulmuslar, öteki dünyada
da birbirlerine kavusmuslar. Bu masal burada bitmis.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Avcı Mehmet Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus. Evvel zaman içinde, avcı Mehmet diye bir adam
varmıs. Bu adam her gün ava gider avlanır, bu sekilde evine ekmek getirir,
karısının ve iki oğlunun geçimlerini sağlarmıs.
Bu böyle yıllarca devam etmis. Fakat bir zaman sonra Mehmet avdan
eli bos ve beti benzi sararmıs olarak dönmeye baslamıs. Karısı üç bes gün ses
etmemis, sormamıs. Birgün kocasına sormus:
- Mehmet sana ne oluyor da her gün böyle betin benzin sararmıs eve
dönüyorsun?
Mehmet:
- Sorma basıma gelenleri ben her ava çıkısımda garip garip sesler duyuyorum.
Korkudan elim ayağıma dolasıyor. O yüzden hiçbir sey avlayamadan
dönüyorum, demis.Karısı tekrar sormus:
- Peki ne duyuyorsun?
Mehmet:
- Yankılı bir ses bana “Ey Mehmet! Senin basına bir dert gelecek. Bu derdi
gençlikte mi çekersin ihtiyarlıkta mı?” diyor, demis.
Karısı düsünmüs tasınmıs Mehmet’e: “ Sen o sesi yarın duyunca, o dert
bana gelecekse gençliğimde gelsin, ihtiyarlıkta çekemem de.” demis.
Mehmet ertesi gün ava gitmis ve yine o sesi duymus. Sesi duyar
duymaz cevap vermis; “Benim basıma bir dert gelecekse gençlikte gelsin,
ihtiyarlığımda çekemem.” demis.
Mehmet’in cevabı ile ses kesilmis. Mehmet basına gelebilecek felaketin
ne olabileceğini düsüne düsüne eve gitmis. Eve varmıs, bakmıs ki; evi yanmıs
kül olmus. Mehmet Allah’a sükür etmis; “En azından çiftliğim duruyor, hem
karım ve hem çocuklarım da sağ.” demis.
Mehmet böyle sükür ederken, “Çiftliğin yandı, hiçbir hayvanın malın
mülkün kalmadı.” diye bir haber gelmis. Mehmet yine sükür etmis; “En azından
çocuklarım ve karım sağ.” demis.
Ev ve çiftliği yanan Mehmet artık bizim burda yerimiz kalmadı diye
karısını ve çocuklarını yanına alıp yerlesecek geçinecek yer aramak için
oradan uzaklasmıs. Bir müddet sonra ezan sesi duymuslar. Abdest alıp namaz
kılmaya durmuslar. Mehmet ve karısı namaz kılarken çocuklardan biri suya
düsmüs. Mehmet bunu görmüs ama namazını bozmamıs “Çocuğum nasılsa
boğulmustur.” diye düsünmüs. Üzülmüs amma diğer çocuğu ve karısı sağ
olduğu için Allah’a sükür etmis.
Oradan ayrılıp tekrar yola düsmüsler. Bir müddet gittikten sonra ezan
sesi duymuslar.Karısıyla abdest alıp tekrar namaza durmuslar. O sırada oyun
oynayan çocuklarını da, bir kurt kaptığı gibi götürmüs.
Mehmet ve karısı yine isyan etmeyip Allah’a sükür etmisler. “En
azından bizim basımız sağ.” demisler.
Bir müddet yol gittikten sonra Mehmet ve karısı bir çiftliğe varmıslar.
Çiftlik sahibinden is istemisler. Mehmet burada çobanlığa karısıda hizmetçiliğe
baslamıs.Bu böyle aylarca sürmüs. Mehmet ve karısı burda aylarca çalısmıslar.
Bir gün onların çalıstığı çiftliğin önünden bir yolcu geçmis. Yolcuyu gören çiftlik
sahibi, yolcuyu sofrasına buyur etmis, hep beraber yemisler içmisler, bir güzel
karınlarını doyurmuslar. Yolcu önüne konulan yemeği pek bir beğenmis, “Bunu
kim yaptı?” demis. Ev sahipleri: “Bizim hizmetkârımız yaptı.” deyince adam
tutturmus; “O kadını bana verin.” diye. Ev sahipleri “O evli kocası var deseler
de adam inat etmis. Ne isterseniz veririm siz onu bana köle olarak satın.”
demis.
Çiftliğin sahibi karı koca parayı görünce hizmetçileri olan kadını evlerine
gelen yolcuya satmıslar.
Bu adam meğer bir hancıymıs. Koskoca bir hanı varmıs. Kadını da
hana gelenlere yemek yapsın diye satın almıs. Mehmet ve karısı bu duruma
da sükür etmisler. “En azından basımız sağ.” demisler.
Hancı kadını yıllarca hanında çalıstırmıs. Bir gün hana bir yiğit gelmis.
Hancı yiğide sormus: “Nerden gelir nereye gidersin kimlerdensin?” diye.Yiğit
de: “Ben yukarı köyden gelirim. Anam babam yoktur, ben küçükken suya
düstüm beni bir balıkçı kurtardı büyüttü. Sonraları anamı babamı bulamadım.
Onun yanında büyüdüm, simdi is tutmaya baska köylere gidiyorum.” demis.
Hancı:“Benim de burada çalıstıracak adama ihtiyacım var gel sen burada benim yanımda çalıs.” demis.
Oğlan hancının bu teklifini kabul etmis orada çalısmaya baslamıs. Bir
müddet sonra hana baska bir yiğit gelmis. Hancı ona da sormus; “Nerden
gelir, nereye gidersin, kimlerdensin?” diye. Yiğit cevap vermis: “Ben asağı
köyden geliyorum. Anam babam yoktur. Beni küçükken anamın babamın
yanından bi kurt kaptı götürdü, çobanın biri de beni görüp kurdun elinden
kurtardı. Beni o çoban büyüttü. Simdi de is tutmaya baska yerlere gidiyorum.”
demis.
Hancı bunları söylerken, Avcı Mehmet’in karısı da onları dinliyormus.
Bu yiğitlerin kendi çocukları olduğunu anlamıs, hemen yanlarına gitmis, olan
biteni anlatmıs. Ana evlat birbirlerine kavusmuslar. Kardesler birbirlerine
sarılmıslar. “Keske babamız da yanımızda olsaydı.” diye iç geçirmisler.
Analarını da alıp, babalarını aramaya gitmek istemisler. Fakat hancı “Sizin
ananızı ben köle alarak satın aldım, hiçbir yere yollamam.” demis.
Oğlanlar gece plan yapmıslar, analarını da yanlarına alıp gizlice oradan
uzaklasmıslar. Babalarını aramak için yola çıkmıslar. Analarının eskiden
çalıstığı çiftliği aramaya koyulmuslar.
Onlar babalarını araya dursunlar, babaları avcı Mehmet de yanlarını
çalıstığı çiftliğin sığırlarını güdüyormus. O sığırlardan biri huysuzluk edip
ürkmüs, sürüden kaçmıs. Mehmet sığırın ardından kosmus. Sığır kaçmıs
Mehmet kovalamıs. Sığır önde Mehmet arkada en sonunda bir sehre
varmıslar. Burada bir sürü insan toplanmıs bir seye bakıyorlarmıs. Mehmet
kalabalığa bakınırken sığırı unutmus. “Bu insanlar neyi bekliyor acaba?” diye
düsünürken bir kus gelmis basına konmus.
Meğer bu talih kusuymus. Kalabalıktakiler de talih kusunu salıp yeni
padisahlarını seçmeye çalısıyorlarmıs. Kus Mehmet’in basına konmus. Ama
çobandan padisah olmaz diye kabul etmemisler. Kusu bahçenin arka
kapısından salmıslar. Kus yine dönmüs dolanmıs Mehmet’i bulup onun basına
konmus.Yine çobandan padisah olmaz diye kabul etmemisler. Bu kezde kusu
bahçenin içine salmıslar. Kus yine dönüp dolasıp Mehmet’i bulmus. Onun
basına konup onu padisah seçmis.
Bu sefer kimse itiraz etmemis ve Mehmet padisah olmus.
O zamanlar aynı zamanda kadılıkta yaparmıs. Bir gün Mehmet’e sikayet için bir hancı gelmis. Hancı padisaha: “Benim bir kölem vardı.
Hanımda yemek pisirirdi. Onu bir çiftlik sahibinden satın almıstım. Bir gün
hanıma iki yiğit geldi anamızdır diye kadını alıp kaçırdılar, ben kölemi yahut
paramı isterim. Bu olanlardan da kadından da sikayetçiyim.” demis.
Padisah bu kadının karısı olduğundan süphelendiyse de oğullarının
yasıyor olabileceğine inanmadığından, adamın bahsettiği kadının karısı
olduğunu düsünmemis. Hancıya sormus: “Peki söyle bu oğlanlar kimdir,
necidir, analarını alıp nereye gitmis olabilirler?”
Hancı: “O oğlanların anaları babaları yokmus. Birini suda boğulmaktan
bir balıkçı kurtarıp büyütmüs, diğerini de bir kurda yem olmaktan bir çoban
kurtarıp büyütmüs. Handa analarının benim kölem olan kadın olduğunu
anladılar, simdi de babalarını bulmaya benim kadını aldığım çiftliğe gittiler.”
demis.
Eski avcı yeni Padisah Mehmet, bu duruma çok sevinmis. Adama kese
kese altın verip karısını kölelikten kurtarmıs. Karısı ve oğullarını buldurtup
yanına getirtmis. Birlikte huzurlu mutlu, dertsiz tasasız bir ömür sürmüsler.
Onlar ermis muradına
Biz çıkalım tadına
Gökten bir elma düsmüs
Yarısı anlatana
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Of Arap Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus, evvel zaman içinde fakir bir karı koca yasarmıs.
Bunların bir oğulları varmıs bu çocuğun eli hiçbir ise yakısmaz, hiçbir isi
beceremezmis.
Gel zaman git zaman çocuk büyümüs evlenecek yasa gelmis. Ama
hiçbir is tutmadığından bir türlü evlenememis. Kimin kızını isteseler; “is
bilmeyene kız verilmez.” diye kızlarını vermemisler.
Oğlan bir süre sonra bu durumu hazmedememis. “Siz kızlarınızı
vermezseniz vermeyin, ben de padisahın kızını almazsam ne olayım?” demis.
Annesine babasına tutturmus “Bana padisah’ın kızını alın.” diye. Annesi
babası her ne kadar “Oğlum sen is güç bilmezsin, sana bu yoksul köyler de kız
vermiyorlar. Hiç padisah kızını sana verir mi?” deseler de, oğlan inat etmis “Ya
bana padisahın kızını alırsınız yad ben buralardan çeker giderim.” demis.
Oğlan anasının babasının tek çocuğuymus. Annesi babası tek
çocuğumuzu kaybedersek korkusu ile çaresiz oğullarının isteğine olur
demisler.
Kadın ertesi gün padisahın kızına görücü gitmis. Gitmis gitmesine ama
padisahın karsısına çıkınca yüzü tutmamıs, utanmıs, hiçbir sey söyleyemeden
evine geri dönmüs. Bu ikinci gün de böyle olmus. Kadın padisahın karsısına
çıkınca ne diyeceğini bilememis, cesaret edememis, konusmadan evine
dönmüs
Padisah kadnın diyemeği bir derdinin olduğunu anlamıs. “Kadının çok
büyük bir derdi var ki söyleyemiyor. Ben ki koskoca bir padisahım bir daha
gelirse bu kadının derdine çare bulacağım.” diye vezirlerinin yanında söz
vermis.
Kadı o gün evine gidi de oğluna kızı yine isteyemeden döndüğünü
söylediğinde oğlu çok sinirlenmis, evden gidecek olmus. Kadın bakmıs ki oğlu
ciddi “isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara.” deyip ertesi gün ne olursa
olsun kızı istemeye karar vermis
Kadın ertesi gün yine saraya varmıs. Bası önünde, utana sıkıla
padisahın karsısına çıkmıs. Padisah “Kadın senin belli ki büyük bir derdin var,
söylemezsen çaresini bulamazsın. Ben ki koskoca padisahım, sen derdini
söyle hele ben çaresini bulacağım.” demis. Kadın utana sıkıla derdini anlatmıs:
“Padisahım benim hiçbir is bilmez hiçbir isi beceremez oğlum var. Tutturdu
bana padisahın kızını alın diye. En Allah’ın emri Peygamberin kavli ile kızını
oğluma istiyorum.” demis.
Padisah önce kızıp bağıracak olmus ama vezirlerinin yanında verdiği
söz aklına gelince isi zora sokmak maksadı ile “Ben oğluna kızını veririm ama
oğlun dünyada hiç kimsenin bilmediği bir sanatı öğrenip bana hünerini
göstersin, ben de o zaman kızımı sana veririm.” demis.
Kadın hiçbir isi beceremeyen oğlunun kimsenin beceremediği hüneri
nasıl öğreneceğini düsüne düsüne evine gitmek üzere yola çıkmıs. “Oğlum
hiçbir isi beceremez, kimsenin bilmediği zanaatı nasıl öğrenecek, o padisahın
bu dediğini yapamaz, padisahın kızını almadık diye de bizi bırakır gider.” diye
baslamıs ağlamaya. Böyle ağlayıp üzülürken bir tasın üzerine oturmus,
derdinden bir “Off” çekmis. Tam da o anda karsısına bir arap dikilms. Arap
“Teyze söyle ne dersin, derdin ne?” demis. Kadın hem sasırmıs hem korkmus.
Kadın: “Sana hiç bisey demem, benim bir derdim var onun için of çektim.”
demis. Arap: “Benim adı of araptır. Her kim of arap tasına gelir of çekerse ben
çıkarım. Onun derdini dinlerim.” demis. Kadın derdini Arap’a anlatmıs.
Arap:“Sen oğluna söyle yarın buraya gelip of Arap tasına otursun, of çeksin
ben çıkar onun derdine çare bulurum.” demis.Bu Arap meğer yedi senede bir yeryüzüne çıkan bir cinmis. Bu cin her
yedi senede bir yeryüzüne çıkıp yeryüzünden bir genci kendine köle yapmak
için kaçırırmıs. Oğlanın yaslı anasını görünce “Bu yaslı kadın benim isime
yaramaz.” diye böyle bir oyun uydurmus.
Kadın tüm bunlardan habersiz evine gitmis. Oğluna olanları anlatmıs.
Ertesi gün oğlan sevinerek annesinin tarif ettiği yerdeki tasın basına dikilmis.
Bir of çekmis. O anda cin çıkıp bunu kaptığı gibi yerin yedi kat altındaki evine
götürmüs. Orada cinin daha önce kaçırdığı bir kadın daha varmıs o da cine
kölelik yapıyormus. Cin yanlarından uzaklastıktan sonra kadı oğlana sormus
“Oğlum buraya nasıl düstün?”
Oğlan basına gelenleri anlatmıs. Kadın yıllardır cinin kölesi olduğu için
onun hakkında çok sey biliyormus.Oğlana: “Bu Arap cin her yedi senede bir
yeryüzüne çıkıp oradan bir genci kendine esir ede. Yedi sene boyunca
buradan yerin yedi kat altından çıkmaz. O her seyin kılığına girebilir o yüzden
hareketlerine dikkat et, hiç ummadığın yerde karsına çıkabilir. Bu yüzden
buraya kimsenin bilmediği bir hüner bellemek istersen onun bu hünerini belle.
Sende kılıktan kılığa girmeyi öğren yedi sen boyunca onu izle yaptığını öğren.
Yedi sen sonra o dısarı çıkarken seni çıkabilirsin ne ala çıkamazsan sen de
burada çürümeye mahkûmsun.” demis.Oğlan kadını iyice dinlemis.Yedi sene boyunca Arap cin ne isterse
yapmıs, onu izlemis onun pek çok hünerini öğrenmis. Yedi sen dolup da cinin
dısarı çıkma vakti yaklastığında da kadın ona bir avuç iğne vermis ve demis ki:
“Bu iğneleri yanına al zor durumda kalırsan yere at bu iğneler kimsenin
asamayacağı dikenli bir çalıya, sen de bir yılana döneceksin. Yarın yedi yıl
doluyor. Arap cin yeryüzüne çıkar sen de gizlice takip et yalnız cin her kırk
adımda bir ardını sağını solunu kontrol eder. Ona göre temkinli davran. Her
kırk adımda yerin bir katını asmıs olursunuz. Yedinci kata vardığınızda cin
kapıyı kapatmadan ona fark ettirmeden kaçmanın bir yolunu bul yoksa seni
öldürür.”der.Ertesi gün oğlan usulca cini izlemis. Cin duvarın bir yerine
dokunduğunda gizli bir kapı açılmıs, buradan gökyüzüne çıkan gizli bir yol
varmıs.Arap cin buradan yola koyulmus. Oğlan da arkasından takip etmis. Yol
daracık upuzunmus.Oğlan cinin adımlarını saymaya baslamıs. Cin ardına
bakmadan otuz dokuz adım yürümüs. Kırkıncı adımı atacağı sırada oğlan
çamur kılığına girmis ve duvara yapısmıs. Cin kırkıncı adımını atmıs ardına
sağına soluna bakmıs oğlanı fark edememis. Sonra yine yoluna devam etmis.
Otuz dokuz adım atmıs o sırada oğlan bir solucan kılığına girmis. Cin kırkıncı
adımı atıp ardına sağına soluna bakmıs yine oğlanı görememis. Yerin ikinci
katını da böyle asmıslar. Cin tekrar otuz dokuz adım atmıs. Oğlan kırkıncı
adımla birlikte bir böcek kılığına girmis ve toprağın arasına kaymıs. Cin yine
fark edemeden yerin dördüncü katına adım atmıs. Otuz dokuz adım ilerlemis,
tam kırkıncı adımda oğlan bu kez bir karınca kılığına girip toprağın arasına
kaymıs. Cin yine fark etmeden yoluna devam etmis. Besinci katın sonunda
Arap cin kırkıncı adımı attığı sıra oğlan bir ağaç köküne dönüsmüs ve yolun
duvarlarına yapısmıs. Böylece oğlan bu katı da geçmis. Altıncı kata
geldiklerinde oğlan yine Arap cinin adımlarını saymıs, Arap cinin kırkıncı adımı
atmasıyla o da bir fareye dönüsmüs. Arap cin bu kez fareyi görmüs fakat
oğlanın hünerlerini öğrendiğinden habersiz olduğu için olanları anlamamıs ve
yoluna devam etmis. Yedinci katın sonunda cin kırkıncı adımını atıp da çıktığı
tünelin kapısını kapayacağı sıra oğlan bir tavsan olmus ve tünelden fırlamıs.
Arapcin bu sefer olanları anlamıs. “Bu oğlan benim hünerlerimi bellemis. Simdi
ölümlerden ölüm beğensin.” deyip bir köpek kılığına girip oğlanın pesine
düsmüs. Tavsan kosmus köpek kovalamıs. Sonunda köpek tavsanı yani
Arapcin oğlanı bir köseye sıkıstırmıs. Tam üzereni atlayıp boğacağı sıra oğlan
içinde kırkı sığırcık olan bir kus sürüsüne dönüsmüs. Kuslar sağa sola
kaçısmıslar. Arapcin de bir atmaca olup bu kusları bir bir yakalamıs. Otuz
dokuzuncu kusu yakalayıp öldürmüs. Tam kırkıncı kusu yakalayıp
öldürecekmis ki oğlanın aklına kadının verdiği iğneler gelmis iğneleri yere
atmıs. Oğlan iğneleri yere atmasıyla oğlan bir yılana iğneler de çalıya
dönüsmüs. Yılan hemen çalıların içine girmis. Atmaca kılığındaki Arap bir
dönmüs iki dönmüs ne kadar uğrastı ise de bu çalıları açıp oğlanı
yakalayamamıs. En sonunda “Sen nasılsa elime geçersin.” deyip oradan
uzaklasmıs. Oğlan onun gidisiyle beraber evine anne babasının yanına gitmiş.Anne ve babası yıllardır görmedikleri oğullarını karsılarında görünce çok
sevinmisler. Oğlan basına gelenleri onlara da anlatmıs “Ben simdi kimsenin
bilmediği zanaatı hünerleri öğrendim artık bana padisahın kızını almanızın
vakti geldi.” demis.
Ertesi gün oğlan anasını babasını da yanına alıp yola çıkmıs. Padisahın
yanına gitmis. Padisaha: “Ben kimsenin bilmediği bir hüneri öğrendim, bana
kızını verir misin?” demis. O arada ezan okunmus, padisah; “önce bir abdest
alıp namaz kılalım sonra hünerini gösterirsin” demis. Oğlan o anda yedi
çesmeli bir sadırvan olmus, padisah çok sasırmıs sonra sadırvanda abdest
almıs.
O esnada da Arapcin kedi kılığında sehirde oğlanı arıyormus. Oğlanın
gösterdiği hüneri duyan halk sarayın etrafına toplanmıs. Kedi kalabalığı
görünce ne olduğunu anlamak için saraya varmıs. Oğlanın sadırvan olduğunu
anlayınca hemen bir kartal olmus. Sadırvanı penceresine kaptığı gibi
havalanmıs. O esnada oğlan kırk taneli bir nar olup etrafa saçılmıs. Arap
bunun üzerine on civcivli bir tavuk olmus ve narları tek tek toplamaya
baslamıs. Otuz dokuz nar tanesini yemis ama kırkıncı narı görememis. “Bu
oğlanı öldürdüm artık.” demis. Fare olup kalabalığın arasından bakacakmıs ki
padisahın eteğinin altına düsen tek nar tanesi bir kedi olup fareyi yutmus.Padisah tüm bunları izlemis. Oğlana kimsenin bilmediği hünerleri olduğunu görmüs ama yine de kızını vermeye gönlü olmamıs. İsi zora sokmak için “Sen bu zanaatı bellemissin ama bu zanaat karın doyurmaz ki. Önüme
kızıma bakacak mal mülk koyar kızıma kırk gün kırk gece düğün yapabilirsen
kızımı sana veririm.” demis.
Oğlan bu lafların üzerine oradan ayrılmıs. Yolda giderken br kervan
görmüs. Anasına “Ana ben katır olayım da beni bu kervancılara sat.” demis.
Hemen bir katır olmus, annesi onu kervancılara satmıs. Kervancılar katırı
aldıktan bir müddet sonra bir yerde konaklamıslar. İçecek su almak için katıra
testiler yükleyip subasına varmıslar. Kervancı bir testi dısında hepsini
doldurmus, son testiyi de doldurmak için eline aldığı sıra oğlan fare olup
testiye girmis. Adam test de fareyi görünce testiyi fırlatmıs. Oğlan böylece
oradan kaçmıs.
Böyle türlü sekillere girip türlü oyunlar yapmıs. Oğlan at, esek, öküz vs
olmus. Annesi babası oğlanı satmıs. Oğlan sonra satıldığı yerlerde tülü
oyunlarla kurtulmus. Böylelikle bir yığın altın gümüs biriktirmis.
Oğlan eline geçenleri padisaha götürmüs. Padisah bu sefer bahane
bulamamıs ve kızını oğlana vermis. Oğlan kıza kırk gün kırk gece süren dillere
destan bir düğün yapmıs. Evlenmisler, mutlu olmuslar.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Aslıma Çekerim Masalı ( AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bir
padisah yasarmıs. Bu padisahın altı kız çocuğu varmıs. Padisah hep bir erkek
çocuğu olsun istermis ama doğan altı çocuğunun altısı da kız olmus. Padisah
bu durumdan sorumlu olarak hep karısını görürmüs. Karısına “Bana bir daha
kız çocuk doğurursan senide o çocuğu da oracıkta boğduracağım.” demis.
Kadın ne kadar “Bu benim elimde değildir, takdir-i Đlahi. Ben ne
yapayım, benim suçum ne, çocuğumun suçu ne?” dese de padisahı ikna
edememis.
Padisah tutturmus “Bundan sonra bana, tahtıma benden sonra çıkacak,
yerime geçecek, soyumu sürdürecek bir erkek çocuk doğurmazsan, hem
çocuğuna hem kendine ölümlerden ölüm beğen” demiş.
O sıralarda sarayın yakınlarında bir çingene topluluğu çadır kurmuş.
Çingenelerin beyinin altı oğlu varmış. Çingene beyi hep raks edecek,
oynayacak tef çalacak bir kızı olsun istermiş. Ama doğan altı çocuğunun altısı
da erkek olmuş. Çingenelerin beyi de bu durumdan hep karısını sorumlu
tutuyormus, karısına “Bana evimi şenlendirecek bir kız çocuk doğurmadın. Eğer bir daha erkek doğurursan seni de, doğurduğun oğlan çocuğu da
öldüreceğim.” demiş. Karısı her ne kadar “Bu benim suçum değildir. Takdir-i ilahidir. Bunda
benim suçum ne, çocuğumun suçu ne?” diye itiraz etse de Çingene Beyi “Ben
anlamam bana güzeller güzeli bir kız çocuk doğuracaksın kız evlenene kadar
evimi senlendirecek, düğünde eğlencede oynayıp bana altın kazandıracak.Evlenecek yasa geldiğinde ona alacağım bas hakkı, altı ağabeysine de
alacağım kızların bas haklarının hepsiden fazla olacak. Eğer bana bir kız
çocuk doğurmazsan ölümlerden ölüm beğen” dermis
Gel zaman git zaman padisahın karısı da, çingenenin karısı da hamile
kalmıslar.
Padisahın karısı doğuracağı gün sarayın kapısına Çingene Beyi’nin
karısı gelmis. “Allah rızası için ekmek as” diye dilenecek olmus. O arada
sancılanmıs. Padisahın karısı da çingene de o gün doğurmuslar. Padisahın
karısının yine bir kız çocuğu olmus, çingenenin de yine bir erkek çocuğu
olmus. Her ikisi de baslamıslar ağlamaya, ikisi de can korkusu sarmıs. En
sonunda akıllarına bir fikir gelmis. Birbirlerine, birbirlerinin çocuklarına iyi
bakacakları sözü vererek çocuklarını değismisler. Kocalarına da yalan
söylemisler.
Padisah karısı kucağına çingenenin çocuğunu almıs, kocasına benim
bir oğlum oldu diye müjde vermis.
Padisah haberi duyar duymaz. Doğan erkek çocuğun şerefine kırk gün kırk gece sölenler yapmıs, açları doyurmus, çıplakları giydirmis, ziyafetler
vermis
Çingene de kucağında kız çocukla kocasının yanına varmıs. Kocasına
“Kız çocuğumuz oldu.” diye müjde vermis. Çingene beyi haberi alır almaz.
Doğan kız çocuğunun serefine kırk gün kırk gece eğlenceler düzenlemis. Kırk
gün kırk gece çalgılı çengili eğlenmisler.
Gel zaman git zaman çocuklar büyümüs altı yasına gelmisler. Padisah
oğlu sandığı çingene çocuğunun üzerine titremis. En büyük âlimleri hocaları
getirtmis çocuğuna ders verdirtmis. Fakat çocuk ne anlatılanı dinlermis ne de
dinlediğini anlarmıs. Eline iki tahta kasık bir de teneke alırmıs. Sağ da solda tenekeyi çala çala sarkı, türkü söyler oynarmıs. Padisah türlü türlü oyuncaklar
yaptırsa da onların yüzüne bakmazmıs.
Öte yandan çingene de kızına çalgı çengi öğrensin diye en iyi çalgıcıları
çengicileri hoca olarak tutmus. Fakat kız eline çalgı almazmıs. Bir köseye
çekilir çalanları, oynayanları burun kıvıra kıvıra izlermis. Çingene beyi ne
yaparsa yapsın kızını raks ettiremezmis. Eline çalgı verse kız tutmasını
beceremezmis.
Kız çingene çadırında oğlan sarayda böyle büyümüsler. Padisah da,
çingene beyi de ne yaparsa yapsınlar çocuklarını istedikleri gibi
yetistirememisler. Ne çingenenin kızı çengi olabilmis, ne padisahın oğlu
sehzade.
Bir gün padisah altı yasına gelen oğlunu sünnet yaptırmaya karar
vermis. Oğlunun sünneti için çok büyük eğlenceler tertip etmis. Her seyin en
iyisini en güzelini sarayına getirtmis. Sünnet söleni için en iyi asçılar,
hizmetçiler, hokkabazlar, soytarılar saraya getirtilmis. Kus sütü eksiksiz
sofralar hazırlanmıs. Padisah etraftaki en iyi çalgıcıları çengicileri aratmıs. En
iyi çalgıcılar çengiciler, karısının çocuğu değistiği çingene obasındaymıs.
Padisah onları da sarayına getirtmis.
Padisah karısı ile Çingene Beyi’nin karısı birbirlerini görünce tanımıslar.
Kendi çocuklarına uzaktan, bakıp bakıp ağlamıslar. Ama kimseye
sezdirmemisler.
Sünnet söleninin hazırlıkları sürerken çocuklar hiç bir seyden habersiz
sarayın bahçesinde oynarlarmıs. Bir gün padisah yanında en büyük ulemaları
vezirleri ile birlikte, hazırlıkları teftise çıkmıs. Sarayın bahçesinde dolasırken
çingenenin kız çocuğunu görmüsler. Çocuk kendi basına bahçede
oynuyormus. Kız eline bes – altı ağaç dalı almıs bunları toprağa dikmis. Bu
ağaç dalları ile oynamaya baslamıs. Kız ağaç dalları ile sözde insanmıs gibi konusuyormus. Her bir ağaç dalına ayrı ayrı emir veriyor “Sen tasımı getir, sen
saçımı tara, sen sunu yap sen bunu yap.” diyormus bir taraftan da gayri ihtiyari
“Aslıma çekerim aslıma çekerim.” diyormus.
Padisah ve yanındakiler bunu görmüsler. Kızın oyununa bakıp
“Herhalde sultana özendi.” diye düsünmüsler. Ama söylediği “Aslıma çekerim.”
lafına anlam verememisler.
Padisah yanındakilerle sarayı dolasmaya devam etmis. Bahçenin diğer
tarafında da padisahın oğlu sehzade oyun oynuyormus. Padisah ve adamları
sehzadeyi de oyun oynarken izlemisler. Sehzade eline bes – altı ağaç dalı
almıs. Bunları toprağa dikmis. Bu ağaç dalları ile oynamaya baslamıs. Oğlan
ağaç dalları ile sözde insanmıs gibi konusuyormus. Her bir ağaç dalında bir
seyler istiyormus “Bana biraz ekmek verir misin? Allah rızası için bana biraz as
verir misin? …” diyormus. Bir taraftan da gayri ihtiyari “Aslıma çekerim aslıma
çekerim” diyormus.
Padisah ve yanındakiler bunu görmüsler. Oğlan oyununa bakıp
“Herhalde çingenelere özendi.” diye düsünmüsler. Ama “Aslıma çekerim,
aslıma çekerim.” lafına bir anlam verememisler. Padisah bunun üzerine oğluna
çok kızmıs. “Bir daha çingenelerin yanına gitmesin” diye emir vermis.
Hizmetçiler “Çocuk sarayın hep arka tarafında oynadı çingeneleri görmedi.”deseler de padisah inanmamıs.
Arada birkaç gün geçmis. Padisah yine yanına ulemaları, vezirlerini alıp
dolasmaya çıkmıs. Padisahın oğlu bahçede oynuyormus. Yine çocuğun
oyununu izlemeye baslamıslar. Çocuk eline çalı çöp toplamıs bir birine
ulamaya çalısıyormus. Bir taraftan da “Aslıma çekerim aslıma çekerim”
diyormus. Padisah oğlunun yaptıklarına anlam verememis, oğluna sormus
“Oğlum ne yapıyorsun böyle?” Çocuk padisah’a cevap vermis “Aslıma çekerim
sele sepet dokurum, Aslıma çekerim sele sepet dokurum.”Padisah bunun üzerine çok sinirlenmis “Yine mi çingeneleri gördü?”
diye bütün hizmetçileri yanına çağırmıs. Hizmetçiler “Sarayın bu tarafından
diğer tarafına geçmedi padisahım, kendi kendine oyun uydurur.” deseler de
padisah inanmamıs. Hizmetkârlara bağırmıs çağırmıs ve yanındakilerle
sarayın diğer tarafına gitmis. Burada da çingenenin kız çocuğu oynuyormus.
Padisah ve yanındakiler yine hep birlikte çocuğun oyununu izlemeye
baslamıslar. Çocuk eline çalı çöp toplamıs. Bunları bir köseye yığıyor, bu
çöpleri iyice yükseltip üzerine oturmaya çalısıyormus. Bir taraftan da gayri
ihtiyari “Aslıma çekerim. Aslıma çekerim” diyormus. Padisah kızın yaptıklarına
anlam verememis ve kıza sormus “Kızım ne yapıyorsun böyle?” Çocuk
padisaha cevap vermis. “Aslıma çekerim, tahtıma çıkarım, aslıma çekerim
tahtıma çıkarım.”
Padisah çocuğun dediklerine bir anlam verememis. Yanındaki
ulemalara sormus “Bu nedir böyle aslıma çekerim, aslıma çekerim.” Ulemalar
cevap vermisler “Herkes aslı neyse öyle davranır, herkes aslına çeker. Soylu
soyunu, yolcu yolunu arar padisahım. Sen en iyisi bu lafların ardını koyma.”
demisler.
Padisah bunun üzerine kendi karısını da, çingene çocuğunun annesini
de huzuruna çağırtmıs. Olanları anlatmıs. “Çocuklarımız “Aslıma çekerim,
aslıma çekerim” deyip duruyorlar. Bu isin aslı nedir? Bu lafı nereden niye
bellediler?” demis.
Bunun üzerine padisahın karısı da çingene karısı da ağlayarak olanları
anlatmıslar. Padisah da Çingene Beyi de Allah’ın takdirine karsı geldiklerine
pisman olmuslar. Tövbe etmisler. Padisah kendi kızını, çingene kendi oğlunu
almıs. Çocuklar kendi analarının babalarının yanında mutlu huzurlu, soylarının
gereği gibi yasayarak büyümüsler.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Derviş ile Fare Kız Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus. Evvel zaman içinde bir dervis yasarmıs, bu dervis
dünya hayatından el ayak çekip kendisini ibadete adamıs. Tüm insanlardan, dağ
basında bir mağaraya çekilmis. Orada gece gündüz ibadet eder ve dua edermis.
Bu böyle yıllarca sürmüs.
Gel zaman git zaman adam yalnızlıktan sıkılmıs. “Keske bir can yoldasım
olsaydı.”diye iç geçirir olmus. Bir gün yine bu hayali kurup iç geçirirken,
mağaranın içinde dolasan bir fare görmüs. Fare oradan oraya kosturuyor, kendi
kendine oyunlar oynuyormus. Adam farenin türlü türlü oyunlarını görünce yine iç
geçirmis: “Keske benim de böyle oyunlar oynayacak bir çocuğum olsaydı,
gönlümü senlendirseydi. Hem onunla güler eğlenirdim hem de bana can
yoldaslığı yapardı.” demis.
Adamın bu dileği Allah katında kabul görmüs. Allah o anda, o mağarada
kosusturan fareyi güzel bir kız çocuğuna dönüstürmüs.
Adam sevinç içinde çocuğa sarılmıs. Dua neticesinde ve Allah’ın bir
mucizesi olarak dünyaya gelen bu çocuğu gözünden bile sakınarak türlü
ihtimamlarla büyütmüs.
Gel zaman git zaman kız büyümüs, güzellesmis. Evlenecek yasa gelmis.
Dervis, dua neticesinde verilen ve Allah’ın kendisine bir lütuf olan bu çocuğu
kimselere layık görmemis. “o Allah’ın bana bir lütfu ben onu yaratılmıs en büyük
ve en güçlü varlığa verip, onunla evlendireceğim. Kızımın dengi yalnız odur.”diye
düsünürmüs.
Aylarca kızının dengi olabilecek en büyük ve en güçlü varlığı düsünmüs
durmus.Bir sabah dervisin gözüne günes ilismis. “Bu günes ki karanlığı yeniyor. Her
yer onunla aydınlanıp ısınıyor. Onun güçte ve büyüklükte esi yoktur. Benim
kızımın dengi olsa olsa günestir.” demis. Ardından da günese seslenmis.
— Ey günes, ey günes! Güçte büyüklükte essiz günes! Ben bir garip dervis
idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım. Allah’tan
bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız çocuğu yaptı. O güzel kız
çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti. Simdi kızıma bir es ararım.
Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim kızıma da öylesi yarasır. Kızımı
sana versem alır mısın?
Günes, adamı duymus, hayretle dinlemis.
— Ey dervis, yoksul dervis! Senin kızın en büyüğe layık. Ben büyüğüm
büyük olmasına ama benden büyüğü de var. Demis.
Dervis bunun üzerine Günes’e sormus:
— Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
Günes: Su önüme geçen, ısığımı kesen bulut varya, o benden daha büyüktür.
Var git sen kızını ona ver, senin kızının dengi odur.”
Adam bunun üzerine buluta seslenmis:
— Ey bulut, ey bulut! Güçte büyüklükte essiz bulut!Ben bir garip dervis
idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım.
Allah’tan bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız çocuğu
yaptı. O güzel kız çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti. Simdi
kızıma bir es ararım. Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim kızıma da
öylesi yarasır. Kızımı sana versem alır mısın?
Bulut da adamı hayretle dilemis. Dervisin sözü bitince dervise:— Ey dervis, yoksul dervis! Senin kızın en büyüğe layık. Ben büyüğüm
büyük olmasına ama benden büyüğü de var.
Dervis bunun üzerine buluta sormus:
— Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
— Ben büyüğüm büyük olmasına ama bir rüzgâr çıksa, oradan oraya
savrulur, un ufak olurum. Benim gücüm ancak günese yeter, rüzgâra hükmüm
geçmez. Var git sen kızını ona ver senin kızının dengi odur.”
— Dervis bulutu da dinledikten sonra rüzgâra varmıs. Rüzgâra
seslenmis:
— Ey rüzgâr, ey rüzgâr! Güçte büyüklükte essiz rüzgâr! Ben bir garip
dervis idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım.
Allah’tan bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız çocuğu
yaptı. O güzel kız çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti. Simdi
kızıma bir es ararım. Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim kızıma da
öylesi yarasır. Kızımı sana versem alır mısın?
Rüzgâr dervisi dinlemis ve dervise:
— Ey dervis, yoksul dervis! Senin kızın en büyüğe layık. Ben büyüğüm büyük
olmasına ama benden büyüğü de var.
Dervis bunun üzerine günese sormus:
— Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
— Ben büyüğüm büyük olmasına ama benim gücüm ancak buluta,
toprağa geçer. Hepsini un ufak eder, oradan oraya savururum. Fakat önüme bir dağ çıksa, orada kesilir nefesim. Su gördüğün kova dağ benden daha
büyüktür. Var git sen kızını ona ver senin kızının dengi odur.”
Dervis rüzgâra hak vermis. Hemen dağa kosmus ve dağa:
— Ey koca dağlar, ey koca dağlar! Güçte büyüklükte dağlar! Ben bir
garip dervis idim, tek basıma yasar idim. Gel zaman git zaman yalnızlıktan sıkıldım. Allah’tan bir çocuk diledim. Allah bir cılız fareyi bana, bir güzel kız
çocuğu yaptı. O güzel kız çocuğu simdi büyüdü, serpildi daha da güzellesti.
Simdi kızıma bir es ararım. Senin büyüklükte ve güçte dengin yok. Benim
kızıma da öylesi yarasır. Kızımı sana versem alır mısın?
Dağ dervisi dinledikten sonra, dervise dönmüs.
— Ben büyüğüm büyük olmasına ama benim gücüm ancak rüzgâra
yeter. Rüzgar çıksa yenilmem, kar yağsa devrilmem ama benden de güçlüsü,
büyüğü var.
Dervis bunun üzerine dağa sormus:
— Peki, söyle o zaman. Senden büyüğü kimdir?
— Su beni için için kemiren, delik desik eden fareler var ya onlar
benden daha güçlüdür. Var git sen kızını ona ver senin kızının dengi odur.”
Dervis dağın sözlerini saskınlıkla dinlemis. “Allah’ım sen dengini dengine
buldurmasını bilirsin, sen nelere kadirsin. Allah’ım dengi dengine denkle de
ver” demis.
Allah dervisin duasını bir kez daha kabul etmis. Genç kız tekrar fare
olmus, denginin pesinden bir deliğe kosmus girmis. Dengi dengine bir ömür
sürmüsler.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Vezir Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus. Evvel zaman içinde fakir bir karı koca yasarmıs
bu karı kocanın biraz da akılları kıt imis. Bu karı koca, hem fakir olduklarından
hem de akıllarının biraz kıt olusundan ötürü yıkanmayı bilmezler hamama hiç
gitmezlermis.Kadının bu durumunu bilen komsularından biri, kadını bir gün zorla
hamama götürmüs. Hamamda padisah ve vezirin karısı da varmıs. Cariyeler
onların etrafında dört dönüyor, hizmete hiç bir seyi eksik etmiyorlarmıs. Fakir kadı onlara öyle imrenmis ki, onları izlemekten yıkanmaya hiç vakit
bulamamıs.
Bir taraftan da kendi durumun içerleyen kadın, bu durumun suçlusu
olarak kendi kocasını görmüs, içten içe “Vezire padisaha varsaydım, ben de
sefa sürer gönlümce eğlenir, gönlümce gezerdim. Hiçbir ise el sürmem, ne
istersem emreder hem kendimi yormazdım.” demis.
Padisah vezir karısı olmanın hayalini kura kura evine gelmis. Evine
gelince evde ne kadar ıvır zıvır esya var ise hepsini toplamıs kapının önüne
yığmıs. Aksam eve gelen kocası eve girememis. Adam ne kadar bağırıp
çağırsa da, yalvarıp yakarsa da onu içeri almamıs. “Herif herif git, ya padisah
ol ya vezir, ondan sonra eve gel.” demis.
Adamcağız ne yapsın boynu bükük yollara düsmüs. Az gitmis uz gitmis
dere tepe düz gitmis. Bir gün yolun kırk haramiler çıkmıs. Haramiler bakmıslar
adamcağızın kendine hayrı yok, bunda para pul ne gezer diyerek adama
ilismemisler. Adam da bakmıs haramiler de altın mücevher çuvalla, içten içe
imrenerek “Ah demis keske bende onların arasında olsaydım da, karımı varlık
içinde yasatsaydım, hiç bu hallere düsmeseydim. Sırtım pek karnım tok
gezseydim.” demis.
Bu düsünceyle baslamıs, haramilere yalvarmaya “Ey Haramiler
ey haramiler beni de aranıza alın, ne isterseniz yaparım as deseniz asar, kes
deseniz keserim, sizinle birlikte dövüsür yol keser, kervan dağıtırım.” demis.
Haramiler adama bakmıslar, adamcağızın kendine hayrı yok, asmak
kesmek neyine, püf deseler yıkılacakmıs, böyle çelimsiz, sıska aklı kıt
adamdan hiç harami mi olur diye düsünüp baslamıslar gülmeye, adamcağızla
eğlenmeye, sonra adamla daha çok dalga geçebilmek için ona bir oyun
düzmüsler.Demisler ki; “Ey yolcu seni aramıza alırız ama harami olmak için önce
bir hüner göstermen lazım. Git padisahın üstünden yorganını çal biz de seni
aramıza alalım.”
Haramilerin maksadı hem adamı kandırıp onunla dalga geçmek, hem
de onun sarayda olusturduğu telas eden faydalanarak, padisahın hazinesini
çalmakmıs. “Bu saf nasıl olsa yakalanır, sarayın çoğu askeri padisahın ve bu
avanak hırsızın basına üsüsür, kalan askerleri de biz hakkından gelip, hazineyi
çalar kaçarız.” diye düsünüyorlarmıs.
Bu düsünce ile adamı kandırıp saraya getirmisler ona padisahın odasını
gösterip sağa sola dağılmıslar.
Adam padisahın odasına girmis, sağına soluna bakmaya baslamıs. Oda
öyle gösterisli öyle ihtisamlı imis ki adam sağa sola bakınacağım derken ne
yapacağını, niye oraya geldiğini unutmus. Saskın saskın etrafına bakınırken
gözüne padisahın seccade ilismis çevirmis bakınmıs. “Ömrümde böyle güzel
seccade görmedim, hazır elime böyle güzel bir seccade geçti, fırsat bu fırsat
bu seccade ile iki rekât namaz kılayım, bir daha böyle seccade de namaz
kılmak nerden nasip olacak demis. Hemen abdest almıs, tam namaza
duracakken, “Ezansız namaz mı olur?” diye düsünmüs. Ardından da baslamıs.
Avazı çıktığı kadar bağıra bağıra ezan okumaya. Sesini duyan sarayın
askerleri uyanmıs, haramilerde basıldık yalanacağız korkusu ile saraydan
kaçmıslar.Gürültüye uyanan padisah da adamın haramileri kaçırmak için böyle bir
yola basvurduğunu sanmıs ve fakir adamı haramileri saraydan kaçırdığı için
kendisini vezir yapmıs.
Adam vezir olunca karısı ile de barısmıs. Birlikte mutlu, huzurlu, rahat,
bolluk içinde bir hayat sürmüsler. Onlar ermis muradına, biz çıkalım tadına.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Halıcı Kızı Ve Katırcı Kızı Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus evvel zaman içinde kalbur zaman içinde dağların
içindeki uzak bir köyde halı kilim dokuyarak geçimlerini sağlayan bir karı koca
yasarmıs. Bunların çok güzel bir kızları varmıs. Bu kız oldukça becerikli bir
kızmıs elinden her s gelir her seyden az çok anlarmıs. Gerek ev isleri gerek
bağ bahçe isleri olsun hepsinden az çok anlar, dağlardan topladığı çesitli
otlarla ilaçlar yapmayı dahi bilir becerirmis. Öte yandan bir taraftan halı kilim
dokuyup satar. Fakir anne babasının geçimlerine katkı sağlarmıs. Bir evin tek
çocuğu olan bu kız, bu sekilde ailesine ne çok çocuklu olmayı aratır ne de
erkek çocuk eksikliğini hissettirirmis. O yüzden anne babasının gözünde her
kesin çocuk sevgisinden ayrı sevilir ayrı değer görürmüs. Halıcı kızı yalnız
annesi babası değil köydeki herkes hatta kuslar böcekler kısacası tüm
hayvanlarda severmis. Halıcı kız onların dilinden hayvanlarda halıcı kızın
dilinden anlarlarmıs. Çifte gitse öküzü huysuzluk etmez ne isterse yaparmıs.
Dağa oduna gitse köyün en inatçı katırı bile onun yanında yola gelir, hiç
huysuzluk inatçılık etmeden odunlarını tasırmıs.
Kız bir gün yine halı tezgâhının basında çalısıyor, halı dokuyormus. O
esnada bir kus gelmis ve halı tezgâhına konmus, “Ay kız sen basına bir gelecek var, oy kız senin basına bir gelecek var” diye ötmeye baslamıs. Kız ne
kadar uğrastı kovmaya çalıstıysa da kus yanından uzaklastıramamıs. Bu
günlerce böyle sürmüs kız nereye gitse kus basına gelip aynı sözleri
söylüyormus. En sonunda kızı ölüm korkusu sarmıs. Ben buralardan uzaklara
kaçar kimsenin olmadığı bir yere gidersem, basıma bir sey gelmez diye
düsünmüs. Olanları anne ve babasına anlatmıs, anne babası çok üzülmüs,
ağlamıs çaresiz kızlarının dediğini yapmak zorunda kalmıs. “Anne baba benim basıma bir kus (musallat) oldu. Bir türlü basımdan
savamıyorum. Bana bosuna bir hal gelecek diyor. Ben buralarda kalırsam
kesin bir is gelecek diyor. Ben buralarda kalırsam kesin bir is gelecek basıma.
Beni hiç kimsenin olmadığı bir dağ basına götürün. Böylelikle basıma is
gelmez gelirse de oralarda kimse görmez bilmez. Kimseyi üzmem.” demis.
Anne babası kızın söylediklerine çok üzülmüs ağlamıslar fakat çaresiz
kızlarının dediklerine uymak zorunda kalmıslar.
Ertesi gün halıcı kız, anne ve babası yola çıkmıslar. Az gitmisler uz
gitmisler dere tepe düz gitmisler, kızı bırakacak ıssız bir yer ararken
karsılarına iki kanatlı demir bir kapı çıkmıs. Dağ basında böyle bir kapı
görünce sasırmıslar. Halıcı kızın annesi kapının bir tarafına babası diğer
tarafına oturmus, aralarına da halıcı kız oturmus. Burada hem dinlenmeye
hem de dağ basında niye böyle bir kapı olduğunu düsünmeye baslamıslar. O
esnada kapı aralanmıs ortada oturan halıcı kız içeri düsmüs. Kapı kızı içeriye
aldıktan sonra tekrar kapanmıs. Demir kapının ardında içinde her türlü meyve
ve sebzenin, her türlü bitkinin olduğu bir bahçe, birde büyük kule varmıs.
Halıcı kız önce bahçeyi gezinmis, dısarı çıkacak yer aramıs, bulamamıs.
Sonra kuleye girmis. Kulenin kırk odası varmıs. Kız otuz dokuz kapıyı tek tek
açmıs. Her odada da farklı hazineler, farklı nimetler varmıs. Đlk oda altın
doluymus, ikinci oda da gümüsler, üçüncü oda da inciler vs. varmıs. Her açtığı
kapıda kılık kıyafetten tut tasa tarağa kadar her sey bulmus. Kırkıncı kapıyı
açıp kırkıncı odaya girdiğinde, orada hasta yatan bir yiğit görmüs. Her yeri
yara bere içinde olan bu yiğidin etrafına sinekler üsüsmüs. Yiğit yarasının
sızısıyla kendinden geçmis baygın yatıyormus. Elinde de koca bir kilit varmıs.
Halıcı kız eline bir torba almıs, otuz dokuz odadaki her nimetten, her
hazineden bir torbaya doldurmus. Kilitle kapıyı açmıs ve anne babasına bu
torbayı vermis. Anne babasına: “Haydi siz gidin artık, benim basıma gelecek
buymus.” demis. Anne ve babası ağlayarak oradan uzaklasmıslar.Halıcı kız anne ve babasını yolladıktan sonra bahçeden çesitli bitkiler
toplayıp yiğidin yarasına merhem yapmıs. Kırkıncı odaya girmis. Otuz dokuz
gün yiğidin yarasını temizlemis, merhemlemis, etrafına üsüsen sinekleri
kovalamıs, yedirmis, içirmis bıkmadan usanmadan yiğide bakmıs. Otuz
dokuzuncu günün aksamı oğlanın merhemi bitmis. Kız oğlanın basına yine
sinekler üsüsür yarasına kurt atar, mikrop kaptırır diye oğlanın basından ayrılıp
merhem yapmaya gidememis. O esnada yoldan bir katırcı kervanı
geçiyormus. Kervanda birde katırcıların genç kızı varmıs. Kız kuleden
katırcıları çağırmıs: “Ey katırcılar katırcılar! Pelteye tuz katıcılar! Size bir torba
altın versem su kızı bana halayık olarak verir misiniz?” demis. Katırcılar kabul
etmis ve kızı halıcı kıza vermisler.
Halıcı kız, katırcı kızına: “Sen su oğlanın sineklerini kovalaya dur, ben de
merhem yapıp geleyim.” demis. Katırcı kızını oğlanın basına bırakıp sabaha
kadar merhem hazırlamıs. Kırkıncı günün sabahı oğlan halıcı kız gelmeden
uyanmıs basında katırcı kızını görmüs. “Đn misin cin misin basımda neylersin?”
demis.Katırcı kızı: “Ne inim ne cinim, senin basında sana bakarım, yarana
merhem sürer sineğini kovalarım, bir de halayığım var dısarıda senin
merhemini getirmeye gitti.” demis.
O esnada halıcı kız elinde merhemle içeri girmis. Oğlan kızı görünce katırcı
kızının dediklerine iyice inanmıs. “Beni bu kız iyi etti” diye onunla evlenmis.
Katırcı kızına kırk gün kırk gece düğün yapmıs. Katırcı kız böylelikle eve
hanım olmus. Halıcı kızını da hizmetçi gibi kullanmaya baslamıs. Halıcı kız ne
desem inanmaz diye yiğide bir sey anlatmamıs, çaresiz basına gelenlere
katlanmıs. Bu böyle aylarca sürmüs.
Yiğit bir gün hacca gidecek olmus. Karısına giderken sormus: “Sana
oradan ne getireyim.” Karısı bir sürü esya, uraba asgal siparis etmis. Halıcı
kıza da sormus. Halıcı kız: “Bana bir sabır tası ile bir sabır tası getir.” demis.Yiğit yola çıkmıs. Hac vazifesini yapıp dönerken onlarını siparislerini de
almıs. Yalnız halıcı kızın siparislerini aldığı adam yiğide: “Bunları kime
aldıysan ardını bos koyma.” demis.
Yiğit evine geldikten sonra herkesin istediklerini vermis. Halıcı kız sabır tası
ve sabır bıçağını aldıktan sonra bahçeye çıkmıs, oğlan usulca kızı gözetlemis.
Kız basına gelenleri sabır tasına ağlaya ağlaya anlatmaya baslamıs. Daha
lafı bitmeden sabır tası inim inim inleyerek sismeye baslamıs. En sonunda
sabır tası dayanamamıs, çat diye çatlayıp ortadan ikiye ayrılmıs. Kız: “Ya sabır
tası, sen bir tas iken dayanamayıp çatladın. Ben insan iken nasıl dayanayım.”
demis. Sonra sabır bıçağını eline almıs, “Ben nasıl sabredeyim, ben de
sabredemem artık.” deyip bıçağı karnına saplayacak olmus. O esnada yiğit
atılmıs, kızın elinden bıçağı almıs kıza: “Niye bunları bana önceden
söylemedin.” demis.
Halıcı kızı yanına alıp, katırcı kızına olanları bildiğini söylemis. “Bana yalan
söyledin, bana iyilik edene sen zulüm ettin. Simdi kırk katır mı, kırk satır mı?”
diye sormus. Katırcı kız “Kırk satırı ne yapayım? Kırk katır isterim, katırları alır
köyüme giderim.” demis. Yiğit katırcı kızını kırk katırın ardına bağlamıs, bir de
katırlara kırbaç vurmus. Katırcı kızı dağa, dala, tasa sürte sürte parçalanmıs.
Böylelikle kızı cezalandırmıslar.
Yiğit bundan sonra halıcı kız ile evlenmis. Kırk gün kırk gece düğün
yapmıs. Halıcı kızın anne ve babasını da köylerinden getirtmis böyle hep
birlikte ölene kadar mutlu yasamıslar. Onlar ermis muradına, biz çıkalım tadın.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Kurbağa Gelin Ve Padişahın Oğlu Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler
berber iken, ben anamın besiğini tıngır mıngır sallar iken bir padisah yasarmıs.
Bu padisahın üç oğlu varmıs. Oğlanlar kendi aralarında değnek atmaca oyunu
oynuyorlarmıs. Padisah oğullarını oyun oynarken görünce kızmıs. “Evlenecek
yasa geldiniz, hala mı oyun oynuyorsunuz?” demis. Değneklerin düstüğü
yerdeki kızları alacaksınız demis. Büyük oğlunun attığı değnek baska bir
padisahın kapısına düsmüs. Padisah diğer padisahın kızı ile büyük oğlunu
evlendirmis. Ortanca oğlunun attığı değnek vezirin kapısına düsmüs. Padisah
bu kez de vezirin kızı ile ortanca oğlunu evlendirmis. Küçük oğlunun attığı
değnek de su kenarında bir deliğe düsmüs. Buradan da bir kurbağa çıkmıs.
Küçük oğlan “Bu benim nasibimdir Allah bana bunu uygun gördü.” demis ve
kurbağayı bağrına basmıs.
Padisahın küçük oğlu avlanmaya çıkmıs. Ava giderken kurbağa karısını
bir çalının dibine bırakmıs. Aksam döndüğünde burada bir bağ evi ve iki kap
sıcak as bulmus. Karnını doyurmus, burada sabahlamıs. Ertesi gün yine ava
çıkmıs. Aksam kaldığı barakaya tekrar geri döndüğünde barakanın yerinde bir
kösk görmüs. Gün geçmis, bu baraka büyümüs. Saçakları inci kaplı, tavanı
altından büyük bir saray olmus. Oğlan ne yaptıysa bu isin sırrını öğrenememis.
Bir sabah kurbağa karısını, saraya bırakmıs. Her zaman ki gibi ava çıkar gibi
yapmıs ama sarayın arka kapısında dolanıp içeriye saklanmıs. Birde bakmıs ki
kurbağa karısı üstünden kurbağa postunu atmıs bir güzel kız olmus. Kurbağa
postunun altından ay parçası kadar güzel bir kız çıkmıs. Oğlan hemen
saklandığı yerden çıkmıs. Kız bir daha bu posta girmesin diye kurbağa
postunu ocağa atmıs. Kız, “Ah yiğidim! Az daha sabretseydin, Allah bize daha
neler verecekti.”demis. Oğlan umursamamıs. Zaten sarayları, hanları,
hamamları ile zenginliği fazlasıyla yetiyormus. Oğlanın bu durumunu üvey
annesi olan padisah karısı çekemez olmus. Padisahı oğluna karsı kıskırtmıs.
Her defasında “Bu çocuk senin yerine geçecek senden daha zengin ve daha
itibar sahibi olacak sen en iyisi onu öldür.” diyerek padisahı oğluna karsı kıskırtıyormus. Padisah bir gün üvey annenin tavsiyesi ile oğluna: “Ya bana
devlerin bahçesindeki elmayı getireceksin ya da boynuna cellât çağıracağım.”
demis. Aslında oğlunu öldürmek için ortam olusturuyormus.
Oğlan babasının bu isteğini nasıl yerine getireceğini kara kara
düsünürken, karısı yanına gelmis. Oğlana: “Benim çıktığım delikte dört değnek
var en büyüğünü kırarsan babam, onun küçüğünü kırarsan büyük ağabeyim,
onun küçüğünü kırarsan ortanca ağabeyim, onunda küçüğünü kırarsan küçük
ağabeyim çıkar. Sen o deliğe var en büyük çubuğu kır. Babam çıkınca derdini
anlat o halleder.” demis.
Oğlan deliğe varmıs, en büyük çubuğu kırmıs. Kızın babası ortaya
çıkmıs. Oğlan her seyi kaynatasına anlatmıs. Kızın babası gitmis hemen
elmayı almıs getirmis. Oğlan sevinerek babasının sarayına gitmis ve elmayı
babasına vermis. Üvey annesi bu duruma çok sinirlenmis. “Bu oğlanı ne
yapsam da öldürsem.” diye düsünmeye baslamıs. Bir gün padisaha: “Söyle
oğluna yarına kadar askerlerimizi doyurmak için kazanlar dolusu yemek
hazırlasın yapmazsa boynuna cellât çağıralım.” demis.
Padisah bunu da oğluna söylemis. Oğlan yine kara kara düsünürken
karısı yanına gelmis, “Benim çıktığım deliğe git ikinci çubuğu kır, büyük
ağabeyim bize bir çare bulur.” demis.
Nasıl olduysa sabaha kadar kus sütü eksiksiz sofralar kazanlar dolusu yemekler hazır olmus. Oğlan bütün askerleri doyurmus ve bu dertten de
kurtulmus. Kurtulmus kurtulmasına ama üvey annesi yine bir seyler
düsünmeye baslamıs. Bu seferde oğlandan kırk kurnalı bir hamama bir
gecede yapmasını istemisler. “Eğer bir gece içinde kırk kurnalı bir hamam
yapıp bize teslim etmezsen, boynuna cellât çağırırız.” Demisler. Oğlan yine
kara kara düsünürken karısı: “ Yine benim çıktığım deliğe git üçüncü çubuğu
da kır, ortanca ağabeyim derdimize çare bulsun.” demis. Oğlan yine karısının
söylediklerini yapmıs. Ortanca ağabey de ortaya çıkmıs, oğlan derdini anlatmıs. Ortanca kardes: “Üzülme yaparız.” demis ve sabaha kadar kırk
kurnalı hamam tamam olmus. Oğlan hamamı babasına teslim etmis.
Arada zaman geçmis, padisah yine karısının aklı ile oğluna: “Dedenin
öldüğü zaman parmağında kıymetli bir yüzüğü vardı. Git o yüzüğü bu getir.
Buldun buldum, bulamadın boynuna cellât.” demis.
Oğlan yine kara kara düsünürken karısı gelmis. “Git küçük kardesimi de
çağır ama bu is böyle sürerse artık baska çaremiz kalmaz.” demis. Oğlan
çaresiz yine deliğe gitmis son çubuğu da kırmıs ve kızın en küçük ağabeyini
de çağırmıs. Ona da derdini söylemis. Küçük ağabey de “Tamam hallederiz.”
demis. O sırada yer yarılmıs. Kızın en küçük ağabeyi oğlanı yanına almıs
birlikte yerin dibine doğru inmeye baslamıslar indikleri yerde karsılarına bir
cami çıkmıs. Kızın abisi oğlana: “Bak surada abdest alan adam senin deden
parmağında da o yüzük var ondan iste.” demis. Oğlan dedesinin yanına gitmis
elini öpmüs ona olanları anlatmıs: “Üvey annem ile babam beni çekemiyorlar.
Onun için benden hep zor seyler istiyorlar yapmazsan öldüreceğiz diyorlar
simdi de senin parmağındaki yüzüğü istiyorlar.” demis. Dedesi parmağındaki
yüzüğü çıkarıp oğlana vermis. Demis ki “Oğlum ben annen ile babanı iyi bilirim
onların gözü doymaz. Onlara var de ki “Merdiven altında bir büyük küp var. Bu
küpün için altın dolu küpün ağzında büyük bir kapak var. Yanlarında kimse yokken buraya gitsinler orayı kazıp küpü çıkarsınlar ama bunları yaparken
kapıyı iyice kapatsınlar.” demis.
Oğlan dedesinin söylediğinden bir sey anlamamıs ama dediklerini
yapmıs. Elinde yüzükle babasının yanına gitmis. Babası yüzüğü görünce çok
sasırmıs oğluna: “Nasıl buldun bunu?” demis. Oğlu: “Dedemi gördüm” demis.
Sonra babasına dedesinin söylediklerini anlatmıs: “Merdivenin altını
kazarsanız karsınıza büyük bir küp çıkacakmıs. Küpün içi altın doluymus.
Bunu çıkaracakmıssınız. Yalnız oraya giderken sadece ikiniz gidecekmissiniz
ve kapıları sıkıca kapayacakmıssınız.” demis.Karı koca oğlanın dediklerine çok sevinmisler. Oğlan gider gitmez
kapıları sıkıca kilitleyip merdivenin altını hırslı hırslı kazmaya baslamıslar.
Küpü bulmuslar. Hemen küpün ağzını açmıslar küpün ağzını açtıkları anda
küpten bir alev fıskırmaya baslamıs, bu ates bir anda aç gözlü karı kocayı
yakıp kül etmis. Böylelikle padisah ve karısı cezalarını bulmuslar. Oğlan bu
sayede onların derdinden kurtulmus ve karısıyla mutlu bir hayat sürmüs.
Onlar ermis muradına biz çıkalım tadına. Gökten bir elma düsmüs yarısı
anlatanın
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Hortlak Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler
berber iken, ben anamın besiğini tıngır mıngır sallar iken bir padisah yasarmıs.
Bu padisahın üç güzel kızı varmıs. Padisah bir gün büyük kızını evlendirmeye
karar vermis. Her yere tellallar yollamıs haber salmıs. Demis ki: “Her kim
benim sorduğum suali bilir, doğru cevabı verirse büyük kızımı ona vereceğim.”
Bu fermanı duyan herkes sarayın önünde toplanmıs. Padisah ince garip
bir deriyi bir duvara astırmıs. Evlenmeye niyetli olan yiğitlere sormus. “Bu ne
derisidir? Her kim ki bunu bilirse büyük kızımı almaya hak kazanacaktır.”
Bunun üzerine yiğitler sırasıyla cevaplamıs. Kimisi deve derisi, kimisi öküz
derisi, kimisi esek derisi…” demis. Kim ne derse desin kimse doğru cevabı
bilememis. O esnada o diyarda yasayan ve her türlü canlının kılığına girebilen
hortlak oradan geçiyormus. Kalabalığa bakmıs insan kılığında ne olduğunu,
neden onca insanın orada toplandığını anlamak için oradakilere sormus:
“Neden bu insanlar buraya toplandı?” Kalabalıktan biri cevaplamıs. Padisah
duvara bir deri astı. Her kim ki bu derinin ne derisi olduğunu bilirse, padisah
büyük kızını onunla evlendirecek. Simdiye kadar kırk yiğit kırk ayrı cevap verdi
ancak kimse onun ne derisi olduğunu bilemedi.
Bunun üzerine hortlak deriye bakmıs ve padisaha “Bunda bilemeyecek
ne var? Bu bir bit derisidir. Sen biti kaynar suda sisirmis, sonra derisini
yüzdürüp buraya asmıssın.” Padisah adamın doğru cevabı vermesine
sasırmıs. Ancak söz verdiği için kim olduğunu ne olduğunu bilmediği bu
adama kızını vermis.
Kırk gün kırk gece düğünden sonra hortlak padisahın büyük kızını almıs
ve kendi yasadığı evine götürmüs. Hortlağın kırk odalı koskoca bir saray
varmıs. Padisahın kızına demis ki “Bu evin kırk odası var. Her oda da ayrı
nimet var. Her ne diler ne istersen bu odalarda bulabilirsin. Yalnız ne olursa
olsun kırkıncı odanın kapısını açma demis. Kız insan kılığındaki bu adamın
dediklerini dinlemis. Đlk oda da altınlar, ikincide gümüsler, üçüncüde inciler,
yakutlar, mücevherler… vs. varmıs. Kız otuz dokuz gün sabretmis merakını
yenmis kırkıncı odaya bakmamıs. Kırkıncı gün sabredememis ve kırkıncı
odanın kapısını açmıs. Birde bakmıs ki kırkıncı odanın kapısı bir mezarlığa
açılıyor. Kocası da bir mezardan bir cesedi çıkarmıs cesedin, ciğerini yiyor. Kız
korkuyla kapıyı kapattığı gibi oradan uzaklasmıs. Ardından da kocası gelmis.
Karısına dönerek “Ben sana kırkıncı kapıyı açma demedim mi?” demis. Kız ne
kadar “Açmadım, ben o odaya girmedim.” dese de yüzü korkudan sapsarı
olduğu için elleri ayakları korkudan titrediği için hortlak ona inanmamıs ve
karısını kırkıncı odaya kapatmıs.
Hortlak daha sonra padisaha gitmis, “Ne çürük kızın varmıs evliliğimizin
kırkı çıkmadan hastalandı öldü. Ben karısmam söz verdin bana simdi de
ortanca kızını vereceksin.” Padisah buna razı gelmemis. Fakat ablasının
basına ne geldiğini öğrenmek isteyen ortanca kızının isteği üzerine ortanca
kızını da hortlağa vermis. Hortlak yine kırk gün kırk gece düğün sonrasında
ortanca kızı gelin almıs ve sarayına götürmüs. Ona da aynı seyleri söylemis.
Ortanca kız da ablası gibi otuz dokuz gün sabrederek kırkıncı kapıyı açmamıs.
Fakat kırkıncı gün merakına yenik düserek kırkıncı kapıyı aralamıs. Kapının
aralığından bir bakmıs ki ne görsün. Hortlak ablasının kalbini yiyormus.
Korkuyla hemen oradan uzaklasmıs. Hortlak o anda karısını görmemis. Ancak
yanına gittiğinde karısının halinden kırkıncı kapıyı açtığını olanları gördüğünü
anlamıs. Karısına “Ben sana kırkıncı kapıyı açmayacaksın demedim mi?
Senin sonunda ablan gibi olacak.” demis. Karısı her ne kadar inkâr etse de
yüzünün sarılığı ellerinin ayaklarının titremesi onu ele vermis. Hortlak ortanca
kızı da kırkıncı odaya hapsettikten sonra saraya padisahın yanına gitmis ve
padisaha demis ki: “Ne çürük kızın varmıs evliliğimizin kırkı çıkmadan
hastalandı öldü. Ben karısmam söz verdin bana simdi de küçük kızını da
vereceksin.”
Padisah yine razı gelmemis fakat ablalarının basına geleni öğrenmek
isteyen küçük kızının isteği üzerine küçük kızını da hortlağa vermis. Hortlak
yine kırk gün kırk gece düğün sonrasında küçük kızı gelin almıs ve sarayına
götürmüs. Ona da aynı seyleri söylemis. Küçük kız da ablaları gibi otuz dokuz
gün sabrederek kırkıncı kapıyı açmamıs. Fakat kırkıncı gün merakına yenik
düserek kırkıncı kapının deliğinden kırkıncı odaya bakmıs. Orada hortlağı
ablasının böbrekleri yerken görmüs. Hemen oradan uzaklasmıs. Hortlak o
anda kızı görmemis. Ancak yanına gittiğinde karısının halinden kırkıncı kapıyı
açtığını olanları gördüğünü anlamıs. Karısına “Ben sana kırkıncı kapıyı
açmayacaksın demedim mi? Senin sonunda ablaların gibi olacak.” demis.
Karısı her ne kadar inkâr etse de yüzünün sarılığı ellerinin ayaklarının titremesi
onu ele vermis. Kız sonun kaçınılmaz olduğunu anlamıs ve bir hile düsünmüs.
“Peki, haklısın ben senin yapma dediğini yaptım benimde sonum onlar gibi
olsun fakat ben bugün çok is gördüm çok yoruldum çok terledim çok kirlendim
izin ver önce hamama gidip temizleneyim sonra beni de yersin.” demis.
Hortlak kızın bu söylediklerine inanmıs. Onu hamama götürmüs ve
karısını hamama bıraktıktan sonra yine insan kılığında hamamın kapısında beklemeye baslamıs. Hamama giren kız korkudan üzerini bile çıkarmadan
hamamın içerisinde o kurnadan diğerine dört dönüyormus. Kızın bu
yaptıklarını gören hamamcı kadın: “Kızım senin bir derdin var derdin neyse
söyle de bir hal çaresine bakalım.” demis. Kız basına gelenleri bir bir hamamcı
kadına anlatmıs. Kadın bir hile düsünmüs demis ki: “Sen al benim kıyafetlerimi
giy ben simdi seni buradan çıkaracağım. Buradan çıkınca padisah baban
senin derdine bir hal çare bulur.” Hemen oradaki birkaç kadınla daha anlasmıs
kadını onlara tasıtarak içerden bağırmıs hasta çıkıyor hasta çıkıyor çekilin
kargasadan dolayı hortlak olanları anlamamıs. Kız oradan çıkar çıkmaz
babasının sarayına kosmus. Babasına olanları anlatmıs. Babası hemen sarayı
kusatmıs ve kızına “Korkma o hortlak bu kapıdan içeriye giremez.” demis.
Kız saraydayken hortlak kızı hamamda sanarak aksama kadar orada
beklemis. Aksam hamamda kimse kalmadığını anlayınca hamamcı kadına
karısını sormus. Kadın gel gir bak içerde kimse kalmadı demis. Hortlak içerde
kimsenin olmadığını görünce içerde çıkan hastanın karısı olduğun anlamıs.
Karısının babasının saraya gittiğini tahmin etmis saraya varmıs içeriye insan
kılığında giremeyeceğini anlamıs. Tam o esnada sarayın sığır sürüsü sarayın
kapısına gelmis. Hortlak hemen bir sığır kılığına girmis ve sürünün arasına
karısmıs. Sürüyle birlikte içeri girmis. Kız sürünün içindeki hortlağı bakısından
tanımıs. Babasına odasına çıkan merdivenin basına iki aslan bağlatmıs. Gece
ha geldi ha gelecek diye hortlağı beklemeye baslamıslar. Hortlak sabaha
kadar ortaya çıkmamıs. Sabaha doğru herkes uyuya kaldığında kızın basına
varmıs. Ama kızın basına gelmeden önce saraydaki herkesin ruhunu emmis
bir siseye doldurmus. Kız basında hortlağı görünce bağırmıs çağırmıs annesini
babasını askerleri çağırmıs ama herkes cansız yatıyormus. En son anlamıs ki
kurtulusu yok hortlağa teslim olmus. Hortlak kızı almıs saraydan ayrılacakken
kızın aklına bir hile gelmis. Sen önden git ben arkandan gelirim nasılsa kaçar
yolum yok demis. Hortlak bunu kabul etmis. Tam merdivenden inerken kız
eline geçirdiği satırı hortlağın basına vurmus. Hortlak kendine gelemeden merdivenin basında bekleyen aslanlar onu parçalamıs. O esnada elindeki sise
kırılmıs ve herkesin ruhu bedenlerine geri dönmüs. Hortlak orada yok olmus
kız ailesiyle birlikte mutlu huzurlu bir ömür sürmüs.
Onlar ermis muradına biz çıkalım tadına. Gökten bir elma düsmüs yarısı
anlatana.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Seyit ile Eyüp Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir bir yokmus evvel zaman içinde Seyit diye bir oğlan
varmıs. Seyit’in annesi babası, Seyit daha küçükken ölmüsler. Seyit’i de dayısı
Eyüp ile büyütmüs. Seyit bu yüzden dayısını çok sever, babası gibi görürmüs.
Seyit’in dayısı çok düzenbaz bir karısı varmıs, Seyit yengesinin bu
huyunu bilir onu pek sevmezmis, ancak dayısına da bir sey söylemezmis,
zaten Seyit’in dayısı biraz saf biriymis. Hem saf hem yufka yürekli olduğundan
kimseden kötülük ummazmıs, herkese iyi niyetli davranırmıs. O yüzden
karısından da kötülük ummazmıs.
Onun huyunu bilen karısı Eyüp’ün ardından türlü oyunlar çevirirmis.
Evde hiçbir is yapmaz, yemek as pisirmezmis. Her gün hastayım der, is
yapmamak için hastalığı bahane edermis. Kadın gündüzleri sepit(yufka) açar
kuruturmus. Kuruttuğu sepitleri çarsafının altına dizermis. Sağa sola döndükçe
sepitler çıtır çıtır kırılırmıs. Kocasına da; “Ben ölüyorum, ben çok hastayım her
yanlarım dökülüyor.” diye dert yanarmıs.
Seyit yengesinin bu söylediklerine hiç inanmazmıs. Bir düzenbazlık
vardır diye yengesini gözlermis.
Bir gün eve saklanmıs, yengesini gözetlemeye baslamıs, dayısı Eyüp
evden çıkar çıkmaz sözde hasta olan yengesi ayaklanmıs, bir güzel süslenmis püslenmis. Sonra çesit çesit yemekler, tatlılar, helvalar pisirmis. Amcasının
oğlunu eve almıs, bunları birlikte bir güzel yemisler. Zaten kadının gönlü
amcasının oğlunda imis, ama zengin diye Seyit’in dayısı ile evlenmis. Meğer
kadın er gün böyle yapar, amcasının oğlunun isini görür, Eyüp’ün evinde ne
var ne yoksa amcaoğluna pisir yedirmis. Kocasına da, “Ben hastaydım is
yapamadım, as yapamadım.” dermis.
O gün aksam da kadı yine aynı seyi yapmıs. Kocasına “Ben bugün de
iyi olamadım, yemek as yapamadım.” demis.
Seyit hemen kurnazlık edip bir hile düsünmüs. Seyit yengesine: “Yenge
çay deresinin dibinde bir hacet kavağı varmıs, bu kavak dertlilerin derdini
dinlermis varsa derdinin çaresini söylermis. Sen yarın en iyisi bu kavağa git,
derdini söyle. Senin bu hastalığının sifası, varsa öğren, derdine çare bulalım.”
demis.
Yengesi Seyit’e inanmıs, ertesi gün Seyit erkenden kavağın olduğu yere
gitmis, kavağın tepesine çıkmıs, yengesinin gelmesini beklemis.
Kadın bir müddet sonra kavağın dibine gelmis. Kavağa bakmıs ve
“Hacet Kavağı” diye üç kere seslenmis. Seyit yukardan cevap vermis: “Buyur
gelin ne istersin, derdin ne?” kadın ses kavaktan geldi, bu gerçekten hacet
kavağıymıs benim derdime de çare olur diye baslamıs kavağa derdini
anlatmaya: “Hacet kavağı, hacet kavağı, söyle hele Eyüple Seyit ölür de ben
amcamın oğluyla kalır mıyım?” Yukardan yine Seyit cevap verir: “Ölürler gelin
ölürler, kalırsın gelin kalırsın.”
Kadın hacet kavağından haber aldım sanarak sevinmis ve evine gitmis.
Aksam Eyüp karısına: “Seyit’in dediği kavağa vardın mı ne dedi?” demis.
Kadın: “Vardım, iyi olabilecek miyim size ekmek as pisirebilecek miyim diye
sordum o da bana “iyi olacaksın gelin,iyi olacaksın” dedi demis. Eyüp her
seyden habersiz olduğu için karısının iyi olacağına pek sevinmis.Kadın bir gün Eyüp’ün kümesindeki en büyük kazı amcasının oğluna
kestirmis. Adam kadına “Bunu güzelce pisir, ben tarlaya çifte gidiyorum, öğle
yemeğine kazı pisir oraya getir. Benim öküzün sırtı ala renklidir. Beni
göremezsen öküzün yanına koy git yemeği” demis.
Yengesi ile adam konusurken Seyit de bunları dinliyormus. Hemen
tarlaya dayısının yanına varmıs, dayının ak sarığını öküzün sırtına bağlamıs,
öğleyin yengesi tarlaların olduğu ye varmıs, uzaktan Eyüp’ün öküzünü
amcasının oğlunun öküzü sanmıs. Yemeği bırakırken Eyüp ile Seyit’i görmüs.
Düzeni ortaya çıkmasın diye: “Çocuklar büyük kazın ayağına tas atıp kırdılar,
ben de kestirdim, pisirip size getirdim.” demis.
Dayı yeğen sevinerek yemeği yemisler. Kadın ertesi gün yine amcasının
oğlu ile anlasmıs. Kadın bir tepsi baklava yapacakmıs. Amcasının oğlu
tarlasına varan yola saman dökecekmis. Kadın da samanları takip edip,
amcasının oğlunun yanına gidecek, orada baklavayı yiyeceklermis. Seyit
onların bu planlarını duymus. Adam samanları döktükten sonra onun döktüğü
samanları dağıtmıs ve kendi tarlalarına giden yola saman dökmüs. Kadın
sevdiğinin yanına gidiyorum sanarak elinde bir tepsi baklava ile kocası ve
yeğeninin yanına varmıs. Yolun sonunda kocası ve yeğenini görünce düzeni
ortaya çıkmasın diye yine bozuntuya vermemis. “Size baklava yaptım.” deyip baklavayı yedirmis.
Bir süre sonra Eyüp’le Seyit’in yine tarlaya gittiği bir gün kadın yine adamı
eve almıs. Seyit o gün de gizlice eve girmis. Bakmıs ki yengesi mutfakta helva
yapıyor, yatakta da bir adam yatıyor. Yengesi önce koskoca bir tava yağı
ocağa koymus, sonra tavana un almaya çıkmıs. Yengesinin tavana çıkmasını
fırsat bilen Seyit sinirle hemen ocaktaki kızgın yağı almıs ve yatakta yatan
adamın kulağına dökmüs. Adam oracıkta ölmüs kalmıs. Adamın kulağına ne
olduğu anlasılmasın diye kulağını kesmis sonrada oradan uzaklasmıs.
Tavandan inen yengesi adamı oracıkta ölü yatar bulmus. Suç bana kalmasın diye hemen dısarı çıkarıp adamın ölüsünü bir kavağın dibine atmıs. Cenazeyi
baskaları bulmus. Cenazenin kalkacağı gün kadın cenazeye gitmek
istememis. Seyit’in aklına bir düzen gelmis yengesine: “Yenge sende
cenazeye git, amcasının oğlunun cenazesine gelmedi diye seni ayıplarlar,
basına kara yazma tak da seni üzüldü bilsinler” demis.
Kadın Seyit’in lafına kanmıs. Seyit yengesine cenazeye gitmeden önce kar
bir yazma vermis, yazmanın ucuna da adamın kesik kulağını bağlamıs.
Yengesi bunu görmemis. Yengesine: “Yenge oraya varınca yazmanı paralaya
paralaya ağla, bir taraftan da “musuma bak musuma, basımdaki isime” diye
feryat et ki senin ne kadar üzüldüğünü anlasınlar” demis.
Kadın düsünmüs, çok feryat figan ederse kimse benden süphelenmez diye
cenazeye gitmis. Baslamıs orda kendini paralamaya, bir taraftan da Seyit’ten
ağıt diye öğrendiği lafları söylemeye: “Musuma bak musuma, basımdaki ise.”
Kadın bunları söylerken herkes ne diyor ki diye kadının basına bakmıs.
Kadın bir taraftan bunları söylerken basındaki yazmasını da paralıyormus. O
esnada yazmadan adamın kulakları düsmüs. Cenazeye gelen ahali,
cenazenin kulaklarının kadından düstüğünü görünce adamı kadın öldürdü
sanmıslar. Kızgınlıkla kadını orada parça parça etmisler. Kadın ölünce Eyüp
ile Seyit selamete ermisler. Seyit de dayısı Eyüp de is bilir becerikli namuslu
kadınlarla evlenmisler, mutlu bir ömür sürmüsler.
Sabır Masalı
Bir varmıs bir yokmus, köyün birinde bir karı koca yasarmıs. Bu karı
kocanın yıllarca hiç çocukları olmamıs, her ikisi de yıllarca Allah’a dua
etmisler, yine de çocukları olmamıs. Adam köyde imamlık yaparmıs. Kendi
kendine düsünmeye baslamıs: “Ben bu yasıma kadar dua ettim, her ibadetimi eksiksiz yaptım, Allahtan buna karsılık ne mal ne mülk istedim, yalnız bir
çocuk istedim, Allah bunu bana vermedi. Ya ben dua etmeyi bilmiyorum ya da
ben Allah’ın duasını kabul ettiği kullardan değilim.” Adam böyle günlerce
düsünmüs. İçi içini yemis o zamanlar en büyük hocalar en büyük evliyalar,
ulemalar İstanbul’daymıs. Adam düsünmüs, tasınmıs; “Ben en iyisi İstanbul’a
gideyim orda dua etmeyi öğreneyim de Allah bana bir çocuk versin” demis.
Karısına bu düsüncelerini söylemis. Karısı, kocasına “Sabret biraz daha gitme,
Allah bir gün bize bir çocuk verir.” dese de adam, “Ben da etmeyi bilmiyorum,
dua etmeyi öğrenip geleceğim.” demis.
Adam sonunda karısını ikna etmis ve İstanbul’a gitmis. Orada sora sora
oranın en büyük evliyasını bulmus. Ona derdini anlatmıs. Evliya demis ki:
“Duanın en büyük sırrı sabırdır. Sen sabır etmeyi bilmiyorsun. Burada benim
yanımda yirmi sene kalabilirsen bu sırrı öğrenirsin.” demis.
Adam kabul etmis. Yirmi sene boyunca evliyanın yanında onunla birlikte
dua etmis, ibadet etmis, yirmi senenin sonunda “Ben bunca zaman sabrettim,
artık dua etmeyi biliyorum” diyerek, evliyadan müsaade alıp köyüne gitmek
üzere yola çıkmıs. Yolda giderken karsısına bir garip yolcu çıkmıs. Yolcu
adam sormus:
- Nerden gelip, nereye gidersin?
Adam:
- Ben dua’nın sırrını öğrenmek için İstanbul’un en büyük evliyasına gittim ondan
duanın sırrını öğrendim simdi köyüme gidiyorum, demis
Yolcu:
- Peki, öyle büyük bir evliyanın yanında kalmıssın duan sırrını öğrenmissin de
peki Kuran’ın sırrını öğrenebildin mi?
Adam düsünmüs tasınmıs, Kuran’ın sırrını bilememis. Ne söylediyse yolcu
kabul etmemis. Adam “Bunca sene bir evliya yanında der aldım. Kuran’ın
sırrını öğrenememisim, Kuran’ın sırrını bilmeyenin duası kabul olmaz.” diye
düsünmüs. Yolcu sormus:
- Peki, Kur’an’ın sırrı ne?
Yolcu:
- Sana bunu söylerim ama iki sene benim yanımda hizmetkârlık yapacaksın.
Ancak bu sartla sana bu sırrı öğretirim.
Adam düsünmüs, tasınmıs, duasının kabul olup çocuğunun olmasını
çok istediği için çaresiz kabul etmis. Đki sene adamın yanında çalısmıs, adamın
her isine bakmıs. Đki sene sonunda adam Kur’an’ın sırrını sormus. Adam
“Kur’an’ın sırrı sabırdır.” demis. Cevabını aldıktan sonra efendisinden
müsaade alıp köyüne gitmek üzere yola çıkmıs.
Adam sabah ezanına yakın köyüne gelmis. Köyüne gelir gelmez evine
kosmus, evine girmeden önce evin camından bir bakmıs ki ne görsün! Karısı
genç bir oğlanla yatakta yatıyor. Adam sinirlenmis, eline silahını almıs, o sinirle
hem karısını hem de genç adamı öldürmeye karar vermis. Tam tetiği çekeceği
sırada aklına yirmi iki senede öğrendiği sır gelmis. “Hem Kur’an’ın hem de
duanın sırrı sabırmıs. Ben sabredip önce bir isin aslını öğreneyim.” demis.
O sırada kadın kalkmıs. Kocasını görmeden yanındaki genç adamı
uyandırmıs. Oğluna: “Oğlum, oğlum hadi kalk sabah ezanı okunuyor. Namaz
kılıp dua edelim de baban dönsün, seni görsün.” demis.
Meğer o genç adamın çocuğuymus. Adam gittiğinde meğer karısı
hamileymis. Adam İstanbul’a gittikten sonra çocuk doğmus. Adam o zaman
sabretmeyi öğrendiğine çok sevinmis. Hemen evine girmis, baba oğul
konusmuslar. Karısına basına gelenleri anlatmıs. Karısı: “Gördün mü her seyin
sırrı sabırmıs.” demis.O günden sonra sabretmenin önemini bilerek, çok mutlu bir ömür
sürmüsler. Onlar ermis muradına biz çıkalım tadına.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Adil ile Gıdil Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde Adil ile
Gıdil adında iki deli karı koca varmıs. Kız anne babasının kahrından,
deliliklerinden usanmıs, uzak bir köye gelin gitmis. Kızları gelin gittiği gün,
oğlan tarafı kız evine bir koyun kesip yollamıs. Adil ile Gıdil kızları gelin
gittikten sonra bu koyunu pisirmisler, bir de sıcak ekmek yapmıslar sofraya
koymuslar, tam yiyecekleri zaman bakmıslar ki sofrada kızları yok. Gıdil
kocasına “Kalk kızı getirelim de beraber yiyelim, kız olmadan boğazımdan
geçmez bu et” demis. Adil de karısına hak vermis. Kızlarını et yemeye
çağırmak için yola çıkmıslar. Evden çıkarken kapıyı kilitlemisler, anahtarı da
kapının önündeki tasın altına bırakmıslar. O sırada karsılarına bir Çingene
çıkmıs. Adil Çingene’ye: “Ay Çingen karısı, sakin bizim eve gitme, evin
önündeki tası kaldırma. Orada evin anahtarı var. Sakın anahtarı da alıp da eve
girme, eve girip de sofradaki eti, ekmeği yeme.” demis. Çingene Adil’e bakıp
içen içe gülmüs: “Yok, be, ben neyleyim sizin ekmeğinizi etinizi.” demis.
Adil ile Gıdil Çingeneye bu öğüdü verdikten sonra yola çıkmıslar. Onlar
yola çıkar çıkmaz Çingene eve girmis eti ekmeği yemis, anahtarı tekrar yerine
koyup oradan uzaklasmıs.
Adil ile Gıdil iki gün yol gittikten sonra kızlarının yanına varmıslar.Kızları onları gördüğüne sevinmemis ama misafirdir diye kabul etmis. Hep
birlikte yemis içmisler. Sonra da gece Adil ile Gıdil kızlarında kalmıslar.
Gece Gıdil’i uyku tutmamıs. Uyanmıs kızının mutfağına girmis bakmıs,
dağınık görmüs. Kocasını uyandırmıs, ikisi birlikte mutfakta ne kadar kap
kacak var ise hepsini indirmisler, yıkayacağım, yerlestireceğim diye kapları
kırmıslar, mutfağı karman çorman yapmıslar. Ondan sonra gidip yatmıslar.
Sabah kız uyanmıs bir bakmıs ki her yer alt üst olmus. Sinirlenmis
öfkelenmis ama kocası “Misafirdirler ses etme hatırlarını kırma.” demis.
Ertesi gün yine aksam yemeğini yemisler ve yatmıslar. Gece yine Gıdil’i
uyku tutmamıs. Kocasını uyandırmıs. Bahçeye çıkmıslar o arada kümesi
görmüsler. Kümese girmisler. Bir yığın tavuk. Almıslar ellerine yemleri bol bol
dökmüsler. Tavuklar tünedikleri için hiç biri yemeğe bakmamıslar. Bu sefer de
kızmıslar: “Siz bizim verdiğimiz yemi nasıl yemezsiniz?” deyip bütün tavukları
öldürmüsler. Sonra gidip yatmıslar.
Ertesi gün kızları kalkmıs sabah kümese tavukları yemlemeye
girdiğinde bir bakmıs ki bütün tavuklar ölmüs. Bu kesin annemin babamın isidir
diye bağıracak olmus ama kocası engellemis. “Misafirdirler, gönüllerini kırma.”
demis. Kız yine kocasının hatırına susmus.
Üçüncü günün gecesi yine Adil ile Gıdil’in uykusu kaçmıs, yine bahçeye
çıkmıslar bu defa koyunlar gözlerine ilismis. Koyunların biri dısında hepsi gevis
getiriyormus. Adil ile Gıdil gevis getiren koyunları sakız çiğniyorlar, o tek
koyuna da vermedikleri için o koyunun küsüp yattığını sanmıslar. Her koyunun
ağzından yediğini çıkarmaya çalısmıslar, bakmıslar olmuyor, kızıp bütün
koyunları kesmisler. Sonra yatıp uyumuslar. Sabah kızları kalkmıs bakmıs ki,
koyunların hepsi ölmüs. Bu sefer dayanamamıs annesine: “Anne siz eve gidin
yemeği ası ısıtın ben geleyim de hep beraber yiyelim.” demis. Böylelikle anne
babasını basından savmıs.
Anne babası yola çıkmıslar iki gün yol gittikten sonra eve varmıslar,
bakmıslar ki etin yerinde yeler esiyor. Düsünmüsler, tasınmıslar “Bu isi
Çingene yapsaydı anahtar yerinde tasın altında olmadı” demisler. O arada bir
sinek tasın üstüne konmus. Adil karısına “Bu isi yapsa yapsa bu sinek
yapmıstır” demis. Ellerine kazma kürek almıslar sineğin pesine düsmüsler.
Sinek cama konmus oraya vurmuslar, sinek duvara konmus oraya vurmuslar.
Sineğin konduğu yere vura vura evi talan etmisler. En sonunda sinek Gıdil’in
burnuna konmus. Gıdil Adil’e bağırmıs. “İste, iste!” Adil bunun üzerine kazmayı
almıs Gıdil’in burnuna vurmus. Gidi oracıkta ölmüs.Ertesi gün cenaze kalkacak olmus. Cenazeyi yıkamak için Adil’den su
getirmesini istemisler. Adil su getirmek için testiyi aramıs aramıs bir türlü
bulamamıs. O esna da hoca karısının öteki dünyaya göçtüğünden
bahsediyormus. Adil bunu duymus, kendi kendine : “Ben kendi kendime bir
kosu öteki dünyaya varıp geleyim de Gıdil’den testinin yerini öğreneyim.”
demis.
Evin damına çıkmıs sözde öteki dünyaya varıp gelmek için kendini
damdan asağı atmıs. O da oracıkta ölmüs.
Bu iki akılsız böylece akılsızlıklarının cezasını bulmuslar, öteki dünyada
da birbirlerine kavusmuslar. Bu masal burada bitmis.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Avcı Mehmet Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus. Evvel zaman içinde, avcı Mehmet diye bir adam
varmıs. Bu adam her gün ava gider avlanır, bu sekilde evine ekmek getirir,
karısının ve iki oğlunun geçimlerini sağlarmıs.
Bu böyle yıllarca devam etmis. Fakat bir zaman sonra Mehmet avdan
eli bos ve beti benzi sararmıs olarak dönmeye baslamıs. Karısı üç bes gün ses
etmemis, sormamıs. Birgün kocasına sormus:
- Mehmet sana ne oluyor da her gün böyle betin benzin sararmıs eve
dönüyorsun?
Mehmet:
- Sorma basıma gelenleri ben her ava çıkısımda garip garip sesler duyuyorum.
Korkudan elim ayağıma dolasıyor. O yüzden hiçbir sey avlayamadan
dönüyorum, demis.Karısı tekrar sormus:
- Peki ne duyuyorsun?
Mehmet:
- Yankılı bir ses bana “Ey Mehmet! Senin basına bir dert gelecek. Bu derdi
gençlikte mi çekersin ihtiyarlıkta mı?” diyor, demis.
Karısı düsünmüs tasınmıs Mehmet’e: “ Sen o sesi yarın duyunca, o dert
bana gelecekse gençliğimde gelsin, ihtiyarlıkta çekemem de.” demis.
Mehmet ertesi gün ava gitmis ve yine o sesi duymus. Sesi duyar
duymaz cevap vermis; “Benim basıma bir dert gelecekse gençlikte gelsin,
ihtiyarlığımda çekemem.” demis.
Mehmet’in cevabı ile ses kesilmis. Mehmet basına gelebilecek felaketin
ne olabileceğini düsüne düsüne eve gitmis. Eve varmıs, bakmıs ki; evi yanmıs
kül olmus. Mehmet Allah’a sükür etmis; “En azından çiftliğim duruyor, hem
karım ve hem çocuklarım da sağ.” demis.
Mehmet böyle sükür ederken, “Çiftliğin yandı, hiçbir hayvanın malın
mülkün kalmadı.” diye bir haber gelmis. Mehmet yine sükür etmis; “En azından
çocuklarım ve karım sağ.” demis.
Ev ve çiftliği yanan Mehmet artık bizim burda yerimiz kalmadı diye
karısını ve çocuklarını yanına alıp yerlesecek geçinecek yer aramak için
oradan uzaklasmıs. Bir müddet sonra ezan sesi duymuslar. Abdest alıp namaz
kılmaya durmuslar. Mehmet ve karısı namaz kılarken çocuklardan biri suya
düsmüs. Mehmet bunu görmüs ama namazını bozmamıs “Çocuğum nasılsa
boğulmustur.” diye düsünmüs. Üzülmüs amma diğer çocuğu ve karısı sağ
olduğu için Allah’a sükür etmis.
Oradan ayrılıp tekrar yola düsmüsler. Bir müddet gittikten sonra ezan
sesi duymuslar.Karısıyla abdest alıp tekrar namaza durmuslar. O sırada oyun
oynayan çocuklarını da, bir kurt kaptığı gibi götürmüs.
Mehmet ve karısı yine isyan etmeyip Allah’a sükür etmisler. “En
azından bizim basımız sağ.” demisler.
Bir müddet yol gittikten sonra Mehmet ve karısı bir çiftliğe varmıslar.
Çiftlik sahibinden is istemisler. Mehmet burada çobanlığa karısıda hizmetçiliğe
baslamıs.Bu böyle aylarca sürmüs. Mehmet ve karısı burda aylarca çalısmıslar.
Bir gün onların çalıstığı çiftliğin önünden bir yolcu geçmis. Yolcuyu gören çiftlik
sahibi, yolcuyu sofrasına buyur etmis, hep beraber yemisler içmisler, bir güzel
karınlarını doyurmuslar. Yolcu önüne konulan yemeği pek bir beğenmis, “Bunu
kim yaptı?” demis. Ev sahipleri: “Bizim hizmetkârımız yaptı.” deyince adam
tutturmus; “O kadını bana verin.” diye. Ev sahipleri “O evli kocası var deseler
de adam inat etmis. Ne isterseniz veririm siz onu bana köle olarak satın.”
demis.
Çiftliğin sahibi karı koca parayı görünce hizmetçileri olan kadını evlerine
gelen yolcuya satmıslar.
Bu adam meğer bir hancıymıs. Koskoca bir hanı varmıs. Kadını da
hana gelenlere yemek yapsın diye satın almıs. Mehmet ve karısı bu duruma
da sükür etmisler. “En azından basımız sağ.” demisler.
Hancı kadını yıllarca hanında çalıstırmıs. Bir gün hana bir yiğit gelmis.
Hancı yiğide sormus: “Nerden gelir nereye gidersin kimlerdensin?” diye.Yiğit
de: “Ben yukarı köyden gelirim. Anam babam yoktur, ben küçükken suya
düstüm beni bir balıkçı kurtardı büyüttü. Sonraları anamı babamı bulamadım.
Onun yanında büyüdüm, simdi is tutmaya baska köylere gidiyorum.” demis.
Hancı:“Benim de burada çalıstıracak adama ihtiyacım var gel sen burada benim yanımda çalıs.” demis.
Oğlan hancının bu teklifini kabul etmis orada çalısmaya baslamıs. Bir
müddet sonra hana baska bir yiğit gelmis. Hancı ona da sormus; “Nerden
gelir, nereye gidersin, kimlerdensin?” diye. Yiğit cevap vermis: “Ben asağı
köyden geliyorum. Anam babam yoktur. Beni küçükken anamın babamın
yanından bi kurt kaptı götürdü, çobanın biri de beni görüp kurdun elinden
kurtardı. Beni o çoban büyüttü. Simdi de is tutmaya baska yerlere gidiyorum.”
demis.
Hancı bunları söylerken, Avcı Mehmet’in karısı da onları dinliyormus.
Bu yiğitlerin kendi çocukları olduğunu anlamıs, hemen yanlarına gitmis, olan
biteni anlatmıs. Ana evlat birbirlerine kavusmuslar. Kardesler birbirlerine
sarılmıslar. “Keske babamız da yanımızda olsaydı.” diye iç geçirmisler.
Analarını da alıp, babalarını aramaya gitmek istemisler. Fakat hancı “Sizin
ananızı ben köle alarak satın aldım, hiçbir yere yollamam.” demis.
Oğlanlar gece plan yapmıslar, analarını da yanlarına alıp gizlice oradan
uzaklasmıslar. Babalarını aramak için yola çıkmıslar. Analarının eskiden
çalıstığı çiftliği aramaya koyulmuslar.
Onlar babalarını araya dursunlar, babaları avcı Mehmet de yanlarını
çalıstığı çiftliğin sığırlarını güdüyormus. O sığırlardan biri huysuzluk edip
ürkmüs, sürüden kaçmıs. Mehmet sığırın ardından kosmus. Sığır kaçmıs
Mehmet kovalamıs. Sığır önde Mehmet arkada en sonunda bir sehre
varmıslar. Burada bir sürü insan toplanmıs bir seye bakıyorlarmıs. Mehmet
kalabalığa bakınırken sığırı unutmus. “Bu insanlar neyi bekliyor acaba?” diye
düsünürken bir kus gelmis basına konmus.
Meğer bu talih kusuymus. Kalabalıktakiler de talih kusunu salıp yeni
padisahlarını seçmeye çalısıyorlarmıs. Kus Mehmet’in basına konmus. Ama
çobandan padisah olmaz diye kabul etmemisler. Kusu bahçenin arka
kapısından salmıslar. Kus yine dönmüs dolanmıs Mehmet’i bulup onun basına
konmus.Yine çobandan padisah olmaz diye kabul etmemisler. Bu kezde kusu
bahçenin içine salmıslar. Kus yine dönüp dolasıp Mehmet’i bulmus. Onun
basına konup onu padisah seçmis.
Bu sefer kimse itiraz etmemis ve Mehmet padisah olmus.
O zamanlar aynı zamanda kadılıkta yaparmıs. Bir gün Mehmet’e sikayet için bir hancı gelmis. Hancı padisaha: “Benim bir kölem vardı.
Hanımda yemek pisirirdi. Onu bir çiftlik sahibinden satın almıstım. Bir gün
hanıma iki yiğit geldi anamızdır diye kadını alıp kaçırdılar, ben kölemi yahut
paramı isterim. Bu olanlardan da kadından da sikayetçiyim.” demis.
Padisah bu kadının karısı olduğundan süphelendiyse de oğullarının
yasıyor olabileceğine inanmadığından, adamın bahsettiği kadının karısı
olduğunu düsünmemis. Hancıya sormus: “Peki söyle bu oğlanlar kimdir,
necidir, analarını alıp nereye gitmis olabilirler?”
Hancı: “O oğlanların anaları babaları yokmus. Birini suda boğulmaktan
bir balıkçı kurtarıp büyütmüs, diğerini de bir kurda yem olmaktan bir çoban
kurtarıp büyütmüs. Handa analarının benim kölem olan kadın olduğunu
anladılar, simdi de babalarını bulmaya benim kadını aldığım çiftliğe gittiler.”
demis.
Eski avcı yeni Padisah Mehmet, bu duruma çok sevinmis. Adama kese
kese altın verip karısını kölelikten kurtarmıs. Karısı ve oğullarını buldurtup
yanına getirtmis. Birlikte huzurlu mutlu, dertsiz tasasız bir ömür sürmüsler.
Onlar ermis muradına
Biz çıkalım tadına
Gökten bir elma düsmüs
Yarısı anlatana
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ
Of Arap Masalı (AFYONKARAHİSAR- ÇAY İLÇESİ Y.L. TEZİ-Cemile Kocapınar)
Bir varmıs bir yokmus, evvel zaman içinde fakir bir karı koca yasarmıs.
Bunların bir oğulları varmıs bu çocuğun eli hiçbir ise yakısmaz, hiçbir isi
beceremezmis.
Gel zaman git zaman çocuk büyümüs evlenecek yasa gelmis. Ama
hiçbir is tutmadığından bir türlü evlenememis. Kimin kızını isteseler; “is
bilmeyene kız verilmez.” diye kızlarını vermemisler.
Oğlan bir süre sonra bu durumu hazmedememis. “Siz kızlarınızı
vermezseniz vermeyin, ben de padisahın kızını almazsam ne olayım?” demis.
Annesine babasına tutturmus “Bana padisah’ın kızını alın.” diye. Annesi
babası her ne kadar “Oğlum sen is güç bilmezsin, sana bu yoksul köyler de kız
vermiyorlar. Hiç padisah kızını sana verir mi?” deseler de, oğlan inat etmis “Ya
bana padisahın kızını alırsınız yad ben buralardan çeker giderim.” demis.
Oğlan anasının babasının tek çocuğuymus. Annesi babası tek
çocuğumuzu kaybedersek korkusu ile çaresiz oğullarının isteğine olur
demisler.
Kadın ertesi gün padisahın kızına görücü gitmis. Gitmis gitmesine ama
padisahın karsısına çıkınca yüzü tutmamıs, utanmıs, hiçbir sey söyleyemeden
evine geri dönmüs. Bu ikinci gün de böyle olmus. Kadın padisahın karsısına
çıkınca ne diyeceğini bilememis, cesaret edememis, konusmadan evine
dönmüs
Padisah kadnın diyemeği bir derdinin olduğunu anlamıs. “Kadının çok
büyük bir derdi var ki söyleyemiyor. Ben ki koskoca bir padisahım bir daha
gelirse bu kadının derdine çare bulacağım.” diye vezirlerinin yanında söz
vermis.
Kadı o gün evine gidi de oğluna kızı yine isteyemeden döndüğünü
söylediğinde oğlu çok sinirlenmis, evden gidecek olmus. Kadın bakmıs ki oğlu
ciddi “isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara.” deyip ertesi gün ne olursa
olsun kızı istemeye karar vermis
Kadın ertesi gün yine saraya varmıs. Bası önünde, utana sıkıla
padisahın karsısına çıkmıs. Padisah “Kadın senin belli ki büyük bir derdin var,
söylemezsen çaresini bulamazsın. Ben ki koskoca padisahım, sen derdini
söyle hele ben çaresini bulacağım.” demis. Kadın utana sıkıla derdini anlatmıs:
“Padisahım benim hiçbir is bilmez hiçbir isi beceremez oğlum var. Tutturdu
bana padisahın kızını alın diye. En Allah’ın emri Peygamberin kavli ile kızını
oğluma istiyorum.” demis.
Padisah önce kızıp bağıracak olmus ama vezirlerinin yanında verdiği
söz aklına gelince isi zora sokmak maksadı ile “Ben oğluna kızını veririm ama
oğlun dünyada hiç kimsenin bilmediği bir sanatı öğrenip bana hünerini
göstersin, ben de o zaman kızımı sana veririm.” demis.
Kadın hiçbir isi beceremeyen oğlunun kimsenin beceremediği hüneri
nasıl öğreneceğini düsüne düsüne evine gitmek üzere yola çıkmıs. “Oğlum
hiçbir isi beceremez, kimsenin bilmediği zanaatı nasıl öğrenecek, o padisahın
bu dediğini yapamaz, padisahın kızını almadık diye de bizi bırakır gider.” diye
baslamıs ağlamaya. Böyle ağlayıp üzülürken bir tasın üzerine oturmus,
derdinden bir “Off” çekmis. Tam da o anda karsısına bir arap dikilms. Arap
“Teyze söyle ne dersin, derdin ne?” demis. Kadın hem sasırmıs hem korkmus.
Kadın: “Sana hiç bisey demem, benim bir derdim var onun için of çektim.”
demis. Arap: “Benim adı of araptır. Her kim of arap tasına gelir of çekerse ben
çıkarım. Onun derdini dinlerim.” demis. Kadın derdini Arap’a anlatmıs.
Arap:“Sen oğluna söyle yarın buraya gelip of Arap tasına otursun, of çeksin
ben çıkar onun derdine çare bulurum.” demis.Bu Arap meğer yedi senede bir yeryüzüne çıkan bir cinmis. Bu cin her
yedi senede bir yeryüzüne çıkıp yeryüzünden bir genci kendine köle yapmak
için kaçırırmıs. Oğlanın yaslı anasını görünce “Bu yaslı kadın benim isime
yaramaz.” diye böyle bir oyun uydurmus.
Kadın tüm bunlardan habersiz evine gitmis. Oğluna olanları anlatmıs.
Ertesi gün oğlan sevinerek annesinin tarif ettiği yerdeki tasın basına dikilmis.
Bir of çekmis. O anda cin çıkıp bunu kaptığı gibi yerin yedi kat altındaki evine
götürmüs. Orada cinin daha önce kaçırdığı bir kadın daha varmıs o da cine
kölelik yapıyormus. Cin yanlarından uzaklastıktan sonra kadı oğlana sormus
“Oğlum buraya nasıl düstün?”
Oğlan basına gelenleri anlatmıs. Kadın yıllardır cinin kölesi olduğu için
onun hakkında çok sey biliyormus.Oğlana: “Bu Arap cin her yedi senede bir
yeryüzüne çıkıp oradan bir genci kendine esir ede. Yedi sene boyunca
buradan yerin yedi kat altından çıkmaz. O her seyin kılığına girebilir o yüzden
hareketlerine dikkat et, hiç ummadığın yerde karsına çıkabilir. Bu yüzden
buraya kimsenin bilmediği bir hüner bellemek istersen onun bu hünerini belle.
Sende kılıktan kılığa girmeyi öğren yedi sen boyunca onu izle yaptığını öğren.
Yedi sen sonra o dısarı çıkarken seni çıkabilirsin ne ala çıkamazsan sen de
burada çürümeye mahkûmsun.” demis.Oğlan kadını iyice dinlemis.Yedi sene boyunca Arap cin ne isterse
yapmıs, onu izlemis onun pek çok hünerini öğrenmis. Yedi sen dolup da cinin
dısarı çıkma vakti yaklastığında da kadın ona bir avuç iğne vermis ve demis ki:
“Bu iğneleri yanına al zor durumda kalırsan yere at bu iğneler kimsenin
asamayacağı dikenli bir çalıya, sen de bir yılana döneceksin. Yarın yedi yıl
doluyor. Arap cin yeryüzüne çıkar sen de gizlice takip et yalnız cin her kırk
adımda bir ardını sağını solunu kontrol eder. Ona göre temkinli davran. Her
kırk adımda yerin bir katını asmıs olursunuz. Yedinci kata vardığınızda cin
kapıyı kapatmadan ona fark ettirmeden kaçmanın bir yolunu bul yoksa seni
öldürür.”der.Ertesi gün oğlan usulca cini izlemis. Cin duvarın bir yerine
dokunduğunda gizli bir kapı açılmıs, buradan gökyüzüne çıkan gizli bir yol
varmıs.Arap cin buradan yola koyulmus. Oğlan da arkasından takip etmis. Yol
daracık upuzunmus.Oğlan cinin adımlarını saymaya baslamıs. Cin ardına
bakmadan otuz dokuz adım yürümüs. Kırkıncı adımı atacağı sırada oğlan
çamur kılığına girmis ve duvara yapısmıs. Cin kırkıncı adımını atmıs ardına
sağına soluna bakmıs oğlanı fark edememis. Sonra yine yoluna devam etmis.
Otuz dokuz adım atmıs o sırada oğlan bir solucan kılığına girmis. Cin kırkıncı
adımı atıp ardına sağına soluna bakmıs yine oğlanı görememis. Yerin ikinci
katını da böyle asmıslar. Cin tekrar otuz dokuz adım atmıs. Oğlan kırkıncı
adımla birlikte bir böcek kılığına girmis ve toprağın arasına kaymıs. Cin yine
fark edemeden yerin dördüncü katına adım atmıs. Otuz dokuz adım ilerlemis,
tam kırkıncı adımda oğlan bu kez bir karınca kılığına girip toprağın arasına
kaymıs. Cin yine fark etmeden yoluna devam etmis. Besinci katın sonunda
Arap cin kırkıncı adımı attığı sıra oğlan bir ağaç köküne dönüsmüs ve yolun
duvarlarına yapısmıs. Böylece oğlan bu katı da geçmis. Altıncı kata
geldiklerinde oğlan yine Arap cinin adımlarını saymıs, Arap cinin kırkıncı adımı
atmasıyla o da bir fareye dönüsmüs. Arap cin bu kez fareyi görmüs fakat
oğlanın hünerlerini öğrendiğinden habersiz olduğu için olanları anlamamıs ve
yoluna devam etmis. Yedinci katın sonunda cin kırkıncı adımını atıp da çıktığı
tünelin kapısını kapayacağı sıra oğlan bir tavsan olmus ve tünelden fırlamıs.
Arapcin bu sefer olanları anlamıs. “Bu oğlan benim hünerlerimi bellemis. Simdi
ölümlerden ölüm beğensin.” deyip bir köpek kılığına girip oğlanın pesine
düsmüs. Tavsan kosmus köpek kovalamıs. Sonunda köpek tavsanı yani
Arapcin oğlanı bir köseye sıkıstırmıs. Tam üzereni atlayıp boğacağı sıra oğlan
içinde kırkı sığırcık olan bir kus sürüsüne dönüsmüs. Kuslar sağa sola
kaçısmıslar. Arapcin de bir atmaca olup bu kusları bir bir yakalamıs. Otuz
dokuzuncu kusu yakalayıp öldürmüs. Tam kırkıncı kusu yakalayıp
öldürecekmis ki oğlanın aklına kadının verdiği iğneler gelmis iğneleri yere
atmıs. Oğlan iğneleri yere atmasıyla oğlan bir yılana iğneler de çalıya
dönüsmüs. Yılan hemen çalıların içine girmis. Atmaca kılığındaki Arap bir
dönmüs iki dönmüs ne kadar uğrastı ise de bu çalıları açıp oğlanı
yakalayamamıs. En sonunda “Sen nasılsa elime geçersin.” deyip oradan
uzaklasmıs. Oğlan onun gidisiyle beraber evine anne babasının yanına gitmiş.Anne ve babası yıllardır görmedikleri oğullarını karsılarında görünce çok
sevinmisler. Oğlan basına gelenleri onlara da anlatmıs “Ben simdi kimsenin
bilmediği zanaatı hünerleri öğrendim artık bana padisahın kızını almanızın
vakti geldi.” demis.
Ertesi gün oğlan anasını babasını da yanına alıp yola çıkmıs. Padisahın
yanına gitmis. Padisaha: “Ben kimsenin bilmediği bir hüneri öğrendim, bana
kızını verir misin?” demis. O arada ezan okunmus, padisah; “önce bir abdest
alıp namaz kılalım sonra hünerini gösterirsin” demis. Oğlan o anda yedi
çesmeli bir sadırvan olmus, padisah çok sasırmıs sonra sadırvanda abdest
almıs.
O esnada da Arapcin kedi kılığında sehirde oğlanı arıyormus. Oğlanın
gösterdiği hüneri duyan halk sarayın etrafına toplanmıs. Kedi kalabalığı
görünce ne olduğunu anlamak için saraya varmıs. Oğlanın sadırvan olduğunu
anlayınca hemen bir kartal olmus. Sadırvanı penceresine kaptığı gibi
havalanmıs. O esnada oğlan kırk taneli bir nar olup etrafa saçılmıs. Arap
bunun üzerine on civcivli bir tavuk olmus ve narları tek tek toplamaya
baslamıs. Otuz dokuz nar tanesini yemis ama kırkıncı narı görememis. “Bu
oğlanı öldürdüm artık.” demis. Fare olup kalabalığın arasından bakacakmıs ki
padisahın eteğinin altına düsen tek nar tanesi bir kedi olup fareyi yutmus.Padisah tüm bunları izlemis. Oğlana kimsenin bilmediği hünerleri olduğunu görmüs ama yine de kızını vermeye gönlü olmamıs. İsi zora sokmak için “Sen bu zanaatı bellemissin ama bu zanaat karın doyurmaz ki. Önüme
kızıma bakacak mal mülk koyar kızıma kırk gün kırk gece düğün yapabilirsen
kızımı sana veririm.” demis.
Oğlan bu lafların üzerine oradan ayrılmıs. Yolda giderken br kervan
görmüs. Anasına “Ana ben katır olayım da beni bu kervancılara sat.” demis.
Hemen bir katır olmus, annesi onu kervancılara satmıs. Kervancılar katırı
aldıktan bir müddet sonra bir yerde konaklamıslar. İçecek su almak için katıra
testiler yükleyip subasına varmıslar. Kervancı bir testi dısında hepsini
doldurmus, son testiyi de doldurmak için eline aldığı sıra oğlan fare olup
testiye girmis. Adam test de fareyi görünce testiyi fırlatmıs. Oğlan böylece
oradan kaçmıs.
Böyle türlü sekillere girip türlü oyunlar yapmıs. Oğlan at, esek, öküz vs
olmus. Annesi babası oğlanı satmıs. Oğlan sonra satıldığı yerlerde tülü
oyunlarla kurtulmus. Böylelikle bir yığın altın gümüs biriktirmis.
Oğlan eline geçenleri padisaha götürmüs. Padisah bu sefer bahane
bulamamıs ve kızını oğlana vermis. Oğlan kıza kırk gün kırk gece süren dillere
destan bir düğün yapmıs. Evlenmisler, mutlu olmuslar.
GÖNDEREN: MERYEM ÜÇÜNCÜ